15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi sonrası birçok ev işyeri ve araç zarar gördü. Yaşanan bu olay sırasında hayatını kaybeden masum vatandaşlarımızın ailelerine başsağlığı, yaralılara da acil şifalar dilerim.
CAN KANTAR / HAYATIMIZ SİGORTALI
Yurtdışında olduğum için yaşananların büyüklüğünü ancak ülkeme döndükten sonra idrak edebildim. Bir vatandaş olarak tabii ki yaşananlardan çok etkilendim. Fakat bu yayının bir sektör yayını olması nedeniyle detay bir yazının uygun olmadığını biliyorum. Fakat işin sigorta sektörünü etkileyen tarafı ile konuyu ele almak isterim.
Hazine Müsteşarlığı, bir açıklama yaparak olaylardan zarar gören araçların kasko teminatı kapsamında olmamasına rağmen sigorta şirketleri tarafından karşılanacağını bildirmiş. Ardından Türkiye Sigorta Birliği (TSB) açıklama yaparak mağduriyet yaşanmaması için gerekenin yapılacağını açıkladı. Sonrasında sigorta şirketleri bunun kapsamını araçlarla sınırlamayacaklarını belirttiler.
Buraya kadar her şey çok güzel. Şöyle ki trafik sigortalarında son yıllarda yaşanan fiyat artışları sonrası sigortalı tarafında sigorta şirketleri için pek de iyi şeyler düşünülmez olmuştu. Sektör bu atağı ile bir nebze olsun durumu kurtarmış oldu. Tabii ki bu itibarı kurtarmak için yapılmadı, bir sosyal gereklilik gözetilerek yapıldı, ama bu işe de yaradığı söylenebilir.
Darbe teşebbüsü gecesi yaşananların maddi hasarına gelince… 30 milyon TL’ye yakın bir özel hasarın oluştuğu, kamu tarafı da dahil edilirse 100 milyon TL’yi geçmeyeceği iddia ediliyor. Sigorta şirketlerini etkileyecek tarafı büyük bir otobüs kazası ve onun bedeni tazminatlarına eş değer kabul edilebilir…
Bu gelişmeler sonrasında özellikle sektör yetkililerinin gerek kulislerde gerekse sosyal medyada paylaştıkları ile bir başka boyuta taşındı. Bir taraftan ‘bu olayın adli takibi terör örgüt dosyası ile devam edeceği için bu zaten kapsamdaydı, Hazine ve TSB fazlaca popülist davrandı. Bu hasarları terör teminatı olan tüm poliçelere ödeme zaten yapılması gerekiyor’ diyen bir kesim var. Diğer bir tartışma ise yapılacak ödemelerin ‘Lütuf’ mu yoksa ‘Hatır’ ödemesi ismi ile mi yapılacak olması. Bence aslında bu da pek önemli değil, ismin ne önemi var?
Bir diğer görüş ise buna terör eylemi demek mümkün değil. Bu bir isyandır, kalkışmadır, bu da zaten kapsam dışıdır poliçelerde. Sektörden bir dostum, sigorta şirketlerinin bu ödemeleri üstlenmesinin günümüz koşullarında uygun olduğunu, fakat gelecekte sigorta sektörünü zor duruma sokacağını belirtiyor. Çünkü bu tür olaylar sonrası devletimiz, vatandaşların tüm zararlarının karşılanacağı garantisini verdikten sonra, şirketlere zarar gören araç veya kurumların sigortalı olup olmadığını soruyormuş. Sigortası olmayanlara devlet ödeme yapıyormuş. Bunu bilen özellikle işyeri sahipleri poliçe yaparken ‘terör teminatını’ almıyorlarmış. Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi artık kestiremiyorum. Ama özellikle Tarım Sigortaları ve DASK’ta devletimizin bu güvenceyi veriyor olmasının sonraki yıllarda sigortalılık oranını ne kadar etkileyeceği bir başka tartışma konusu olmuştu. Özetle, ismi ne olursa olsun sektör bu olayda üzerine düşen sorumlu davranışı göstermiştir.
Fazla prim iadesi
[box type=”custom” fontsize=”13pt” radius=”2″ border=”#5ca3d6″]Geçtiğimiz ayın başında geçmiş yıllarda bir hata sonucu sigortalılardan alınan fazla primlerin hak sahiplerine iade edileceği haberi gazetede çıktı. Haberde ne zaman ilan edileceği, sigortalıların bu haklarının olup olmadığını nereden öğrenebilecekleri satır aralarında belirtilmiş olsa da acentelerinin kilitlendiği bilgisi ulaşmıştı. Evet, haberin girişine bu daha yalın bir şekilde yazılabilir miydi? Evet. Bu TSB tarafından gazetelere küçük ilanlar verilerek yalın biçimde vatandaşa duyurulabilir miydi? Evet. Ama ne oldu? Son yıllarda artan fiyatlardaki farkların ödeneceğini düşünen sigortalılar acenteleri kilitledi. Neredeyse bir hafta acenteler, gelen telefonlardan iş yapamaz olmuşlar. Sigortalı tabii ki acentesini bilir, tanır, ama burada durum farklı değil mi? Hemen aynı gün sağ olsun sektörün fahri sözcüsü Turusan Bağcı da bir TV kanalına çıkıp “Acenteniz ile temasa geçin” diye buyurduktan sonra sektörde acenteler tabii ki ‘kaput’ olmuşlar.[/box]
[accordion-item title=”Acenteler sahipsiz kaldı” state=open]Geçtiğimiz ay en çok konuşulan konular arasında ise acentelerin şirketlerle yaptıkları sözleşmeler vardı. Bu konuda da sektörden çok kişi beni aradı. Kimsenin kendilerine sahip çıkmadığından şikayetçilerdi. Büyük acenteler tabii ki kendi sözleşmelerini yaparken bir pazarlık gücü var. Fakat küçük ve orta boy acenteler ne yapsın? Önlerine ne konulursa imzalamak zorunda kalıyorlar. Ve resmi meslek örgütleri olan SAİK’in kendilerine sahip çıkmalarını beklediler. Hatırlanacağı gibi SAİK Başkanı Hüseyin Kasap bu konuda dünya örneklerini bir kuruluşa araştırtıp, bir rapor halinde şirket yöneticileri ile paylaşmıştı. Ve Başkan Kasap, “Türkiye’de hizmet veren dünyanın dev şirketleri ülkelerindeki aracılara ne şartları uyguluyorlarsa bize de aynısını uygulamak zorundadır. Biz kölelik sözleşmelerine karşıyız” demişti. Fakat bu sözleşmeler acentelerin önüne konduğunda ne SAİK Başkanı ne de eften püften konularda ortalığa atlayıp mangalda kül bırakmayan STK başkanları ortalıkta hiç görünmediler. Bir tek TÜSAF bir bildiri yayımlayarak acentelerini uyardı ve yönlendirdi, o kadar.[/accordion-item]
CAN KANTAR / HAYATIMIZ SİGORTALI