Hayatımız Sigortalı Dergisi Yazarı Fatih Kahya, sigorta duayeni Bedii Yazıcı’nın “Benden Bu Kadar” isimli kitabını konu etti. Kahya’nın “Bedii Yazıcı’nın Gözünden Süleyman Demirel ve Sigortacılık” başlıklı makalesinin tamamı şöyle…
Bedii Yazıcı, sigorta sektörüne önemli hizmetlerde bulunmuş bir duayen. 1914 yılında doğan Yazıcı, 1997’de vefat etti. Kalecilik, Fenerbahçe kulübünde başkanlık yaptı. Değişik yayın organlarında yayınladığı siyaset, gündem, ekonomi ve sigortacılık ile ilgili yazılarını “Benden Bu Kadar” adlı kitapta topladı.
Sigorta Dergisi’nde (1991 yılı Haziran sayısı) Bedii Yazıcı “Süleyman Demirel” başlıklı bir yazı kaleme almış. Dergimizin bu sayısında ve bize ayrılan “Sigortacılığın Dünü” köşemizde bu yazıya yer vereceğiz. 1991 yılında yazdığı yazıdan hareketle Bedii Yazıcı gözünden Süleyman Demirel’e ve Demirel’in sigortacılığa bakışına dair fikir edineceğiz.
Türkiye’nin 1950’lerdeki durumunu ne güzel, ne isabetli tarif etmiş yazar yüzyıl evvelinden:
“Devirlerin en iyisi idi, devirlerin en kötüsü idi; akıl çağı idi, akılsızlık çağı idi” demiş arkasından da eklemiş “İnanılmaz şeylerin olduğu demlerdi.”
Demokrasinin nimetleri
Bir yandan demokrasinin nimetlerine kavuşmuş olmanın sevinci, diğer yandan bir fazilet rejimi olduğunda kimsenin tereddüt etmediği bu körpe fidanın gelişip kökleşmesini önlemek istercesine bireysel ve toplumsal ahlak kurallarının uğratıldığı yok etme çabasının doğurduğu endişeler. Bir tarafta sivil yönetime geçmenin açtığı ümit dolu parlak bir gelecek penceresi… Diğer yanda bazı inceliklerden yoksun olarak sürüp gidecek askeri müdahalelere davetiye çıkarır nitelikte iki adım ötesini görmez davranışlar karanlığı. Halkı acımasız mütegallibenin (zorba takımının) elinden kurtarma çabaları coşkulu alkışlarla karşılanırken aynı zamanda yeni türemiş küçük politikacılar ve yeteneksiz bürokratlar ahtapotunun saldırıları karşısında acayip bir aldırmazlık…
Sigortacılığa düşen pay
Bir de Falih Rıfkı Atay‘a 7 Nisan 1954 tarihli Dünya Gazetesi’nde aşağıdaki satırları yazdıran durum:
“Cumhuriyetin ilk yıllarında da siyasi nüfuzlara dayanan azgın bir aferizm (şaibeli, kötü çıkarcılık) havası esti idi. İtiraf etmek lazımdır ki o zamanki vurgunculuk, 1950’den beri devam edegelenin yanında pek sönük kalmaktadır. Ne bu kadar yayılmıştı, ne de murâkabe kuvvetlerini bu kadar sindirmişti.”
İşte Demirel böyle bir devrede ortaya çıktı. Kendisini bana üç olay tanıttı. Bu olayları Demirel’in kişiliği hakkında şaşmaz kanaatler edinmemi sağladıklarından ayrıntıları ile anlatmak istiyorum. Geniş çapta imar hareketleri başlamıştı. Sigortacılık da bu gelişmelerden kendine düşecek payı almaya çalışıyordu. Ancak uzaktan yakından devlet ile ilgili işler özel sektör sigortacıları açısından aslanın ağzında idi. Resmi sektör sigorta şirketleri acentalığından gelme, bakan olunca da sigorta işlerini en yakınlarının eline (o da sadece görünüşte) devretmiş bulunanlar Ankara’da kuş uçurtmuyordu.
Kızılırmak üzerinde Hirfanlı Barajı‘nın yapımına geçilmek üzere idi. İşi bir İngiliz konsorsiyumu yüklenmişti. Konu çapı ve yeni alışılmakta olan bir tür sigorta ile ilgili bulunması bakımından enteresandı. Konsorsiyumun buradaki temsilcileri ile yaptığım temaslardan sigortacıyı seçmek yetkisinin kendilerinde olduğunu öğrendim. Yukarıda açıklanan nedenlerle devlet işlerine ilgi duymazdım. Ancak almayı becerebilirsek Genel Sigorta için önemli bir iktisap yeteneğimizi bir daha kanıtlamak için kaçırılmaz bir fırsat saydım.
Demirel’in gelişiyle her şey değişti
Konuyu kaynaktan halletmek için Londra‘ya gittim. Konsorsiyum yöneticileri işi bizim iyi yapacağımıza ikna oldular ve sigorta emrini verdiler. Müteahhitin Ankara bürosuna resmi makamlardan dolaylı baskılar başladı. Sigorta işi bir türlü sonuçlanamaz, baraj inşaatı başlayamaz hal aldı. Tekrarından utanılacak yüz kızartıcı ve gülünç girişimler karşısında sigortalı diretti. Genel Sigorta’nın poliçesi onaylandı. Bu defa da ödenen primlerin müteahhide rambursmanında yokuşa sürmeler, sigortalıyı dayanaksız tazminat taleplerinde bulunmaya zorlayan DSİ baskıları birbirini kovaladı…
Süleyman Demirel Amerika’dan dönüp DSİ’nin başına geçene kadar yapılmadık antikalık, karşılaşmadığımız zorluk kalmadı. Demirel’in gelişi ile bütün bu zorbalıklar bıçakla kesilmişcesine son buldu. Müteahhit-mal sahibi-sigortacı ilişkileri uygar alemlere yaraşır bir şekil aldı. İş bitene kadar ne bir haksız talep, ne bir anlamsız ve yersiz sorun…
Seneler geçti. 27 Mayıs gerçekleşti. İdarede büyük değişmeler oldu. Günlerden bir gün murahhas üyesi bulunduğum bir bankanın Ankara şubesi, ticaret alanında çalışmakta olan Demirel’e önemli miktarda kredi verilmesini önerdi. Yönetim kurulundaki arkadaşlar kendisini tanımadıklarından şubeden tamamlayıcı bilgi istemek eğiliminde iken Hirfanlı Barajı konusundaki örnek tutumu nedeniyle istenen krediyi vermekte bir sakınca olamayacağını belirtmem üzerine talep yerine getirildi. Demirel bu işinde, çalıştığı ve banka kredisi kullandığı sürece bir defa olsun hatta (en kısa bir süre için bile) yükümlülüklerini yerine getirmede asla kusur etmedi, mali ilişki saat gibi tıkır tıkır işledi.
Aradan yine yıllar geçti. 1965’te idi. Tam Sigorta kurulalı bir sene kadar olmuştu. Ankara şubemizin sigortaladığı bir inşaatta önemli bir yangın hasarı meydana geldiği haberi alındı. Sigortayı, Demireller yaptırmıştı. Süleyman Demirel iş hayatından çekilmiş siyasete atılmış ve Suat Hayri Ürgüplü‘nün koalisyon kabinesinde meclis dışından Adalet Partisi Genel Başkanı sıfatıyla başbakan yardımcılığına getirilmişti. Sigorta sahipleri bugünkü para ile 3 milyar liranın üstünde bir hasar meydana geldiğini bildiriyorlardı. Mühim iş… Bir yandan talep yüksek, diğer taraftan Demirel başbakan yardımcısı… Bürokrat olarak, tacir olarak denenmiş bir güvenilirliği var. Evet, var ama siyaset tuhaf şeydir. İnsanları bir değiştirir ki şaşar kalırsınız. Dikkatli olmak gerek. İnşaat işlerinde uzmanlığına çok güvendiğim bir yakınımı, kimseye haber vermeden, hemen Ankara’ya gönderdim. “Hasarın çapı hakkında tezden kanaat bildir. Rotamı ona göre saptayayım” dedim. Ankara’dan ilettiği gerçek hasar ile Demirellerin talebi arasında bire on fark var. İş daha da ciddileşiyor. “Emin misin?” dedim. “Hasar miktarı hakkındaki kanaatini bilimsel olarak ispatlayabilir misin?” “Eminim” diyor. Durumun nezaketini tekrar hatırlatarak ekspertiz işini yüklenmesi talimatını verdim.
Şirketiniz yepyeni bir anlayış getirdi
Üniversitelerden uzmanların da katılması ile ekspertiz yapılıyor. Uzmanımızın ilk tahminine pek yakın bir meblağda, bugünkü rayiç ile yaklaşık 342 milyona mutabakata bağlanıyor. Yüz istemişler on bir veriyoruz. Acaba diyorum paraca sıkıntıda idiler de kerhen mi bu meblağa razı oldular… Devlet çarkının en üst aşamasında görev almış bu kişi, sonradan bunu fitil fitil burnumuzdan getirir mi? Ne de olsa başkalarıyla olan eski deneyimlerim rahat uyumama izin vermiyor.
Sigortalılardan içeriğini aşağıya aldığım bir yazı geliyor (12 Temmuz 1965 tarihli):
“Yangın hasarını büyük bir anlayışla hal ederek… tazminatı derhal ödemeniz şirketinize duyduğumuz emniyet ve itimadı sonsuz derecede arttırmıştır… Ankara piyasasında bu kadar süratli iş gören şirket niteliği Tam Sigorta Şirketi’ne nasip olmuştur… Şirketinizin çok kısa bir zamanda memleketimiz sigorta alanına yepyeni bir anlayış getirdiği muhakkaktır.”
Evet, serzeniş yerine takdir.
Ne dersiniz? Yüz istiyor, on bir veriyorsunuz, hakkın bu kadardır diyorsunuz. Ben sana gösteririm demiyor. İşlerinizi kösteklemeye, devlet kapılarını yüzünüze kapamaya kalkışmıyor. Teşekkür ve övgü yağdırıyor. İnanın bana o devirde olacak şeylerden değil. İşte benim anımsadığım üst düzey bürokrat, tacir ve müteahhit Demirel budur.
Siyasi tutumu ve eğilimlerine yöneltilen en ufak bir eleştiri karşısında küplere binenlere ibret diye Demirel’in gönderdiği mektuptan aşağıdaki cümleleri aynen tekrarlıyorum:
“Yazınızı okudum. Çok dürüst ve zarif buldum. Teşekkürlerimi, takdirlerimi sunarım.”