Bir taraftan tasarrufların artırılması için çareler aranırken, diğer taraftan alışverişin teşvik edilmesi beklentisinin birbirine tezat bir görüntü oluşturduğunu söyleyen Hayatımız Sigortalı yazarı Murat Geylani Aktaş soruyor: “Tasarruf mu yapalım, yoksa alışveriş mi?”
Öncelikle birkaç durum saptaması yapalım:
1) Hükümetin tasarrufları artırmak için yoğun bir faaliyet içinde olduğu biliniyor. 2013 yılından beri sistemde biriken 53 milyar TL’lik (devlet katkısı ile birlikte) tasarruf, önümüzdeki dönemde yapılması planlanan büyük projelerin finansmanı için gözlerin bu alana çevrilmesine neden oldu. Bireysel Emeklilik Sistemi’nde (BES) devlet katkısının yarattığı ivmeyi sürdürmek ve 45 yaş altındaki tüm çalışanları sistemin içine çekmek için otomatik katılım uygulaması üzerinde çalışılıyor. Ayrıca kıdem tazminatlarının da bir fonda biriktirilmesi ve bir taraftan çalışanların hakları korunurken, diğer taraftan birikimlerin sermaye piyasalarında değerlendirilmesi düşünülüyor. Bu uygulamalar hem sermaye piyasalarının gelişmesine katkıda bulunacak hem de ulusal tasarrufların artışına ciddi katkı sağlayacak.
TL mevduatlar geriliyor
2) Diğer taraftan bankacılık sisteminde toplam mevduat hacminin üzerine çıkan krediler, bankacılık kesimini yeni kredi verme konusunda sıkıştırıyor. Sistemde kıtlaşan mevduat, faizlerde istenen düşüşün önünde engel oluyor. Dövizdeki hareketlilik nedeniyle mevduat yabancı para hesaplarına kayıyor. Yatırımcı veya sanayici haklı olarak döviz riskini almak istemiyor ama sistemde TL mevduatlar toplam mevduatların yüzde 55’ine gerilemiş durumda. Bankalar da döviz riskini almak konusunda çok istekli değiller. Çünkü geçen yıl dövizde yaşanan yukarı doğru hareket bankalar üzerinde ciddi risk yarattı.
3) Özellikle Rusya ile yaşanan gerginliğin ardından turizm ve tarım sektöründeki daralma eğilimi kademe kademe ekonominin diğer sektörlerine yayılıyor. Bunu aşmak isteyen perakendeciler toplumu alışverişe teşvik edecek uygulamalar geliştirmeye çalışıyor. İnşaat sektörü ise konut alışverişini canlandıracak bir faiz indirimi bekleyişinde.
Yukarıdaki durum saptamalarında bir taraftan tasarrufların artırılması için çareler aranırken, diğer taraftan alışverişin teşvik edilmesi beklentisi birbirine tezat bir görüntü oluşturuyor. Hükümet politikaları bireylerin hangi tarafta yer alacağı ile ilgili önemli bir yol gösterici olacak. BES’e devlet katkısı uygulamasının gelmesi, sistemin 10 yılda kat ettiği yolu 3 yılda atlamasını sağladı. Burada devlet tercihini tasarruflardan yana kullanmıştı. Aslında görünürde halen tercih tasarruflardan yana gibi görünüyor. Gelgelelim toplam gelirin tasarruflara ayrılan payı arttıkça tüketim yavaşlıyor ve üreticiler daralan ekonomi nedeniyle zarar görürken, devlet de tüketim üzerinden aldığı vergi gelirlerinin azalması gibi bir sonuçla karşılaşıyor.
Ekonomi, ‘denge’ ve ‘fren’ mekanizmaları üzerine kurulu. Hükümet politikaları, dengelerin hangi seviyelerde oluşacağını belirlemek açısından son derece önemli. 2000’li yıllarda tüketimin canlandırılması ve ticaretin artışı yönünde kullanılan tercihler, tasarrufların yüzde 20’lerden yüzde 12’lere gerilemesine neden oldu. Ama bu arada konut satışları ve dayanıklı tüketim malları satışları arttı. Devletin vergi gelirleri yükseldi. Tüketimin artışı tasarrufları azaltırken, kredi ihtiyacının dış ülkelerden sağlanması cari açığı yukarıya itti. Bunun ekonomiye yansıması, bir noktadan sonra da döviz fiyatlarında yükseliş oldu.
Ekonominin dengeleri iyi gözetilmeli
Önümüzdeki dönemde alışveriş ve tüketimin artmasını isteyen taraflar Merkez Bankası’ndan faiz indirimi bekliyor. Faizlerdeki inişle enflasyon karşısında reel getiri olanağı bulamayan mevduatlar, bu kez döviz tevdiat hesaplarına dönüyor. Bu dövizde yukarı yönde bir baskı yaratırken, zaman içerisinde enflasyonda artış yaşanmaya başlıyor. Faiz mi enflasyonu, yoksa enflasyon mu faizi doğuruyor bu hala tartışma konusu. Ama ekonominin denge seviyelerinin çok iyi gözetilmesi gerektiği sonucunu değiştirmiyor bu tartışmalar. Üstelik globalleşme ile paranın bütün dünyada rahatça dolaşabildiği bu ortamda başka ülkelerin ekonomik kararları da bizim gibi ekonomisi nispeten küçük ülkelerde dalgalanma yaratabiliyor.