FATİH KAHYA / HAYATIMIZ SİGORTALI
Ülkemizde tarih, herkesin az çok ilgi duyduğu veya pek çok konusunda fikir sahibi olduğu bir alan. Bir ülke insanlarının tarihi bilmesi, tarihe ilgi duyması çok güzel bir şey. Tarih, sadece tarihçilere has bir alan değil. Herkes biliyor, fikir yürütüyor, konuşuyor. Tarih eğitimimizin en temel sorunu da işte bu noktada karşımıza çıkıyor. Mesele tarihi bilmekten çok, o bilinen tarihten ders çıkarmaktır. Ders çıkarılmıyor ve çıkarılan derslerden hareketle gelecek inşa edilmiyorsa sadece ‘bilmek’ hâlinde kalan tarih, hiçbir şey ifade etmiyor.
Modern tarih anlayışında tarihi olayları tek bir sebeple açıklamak yetersiz görülüyor. Bu yüzden modern tarihçiler, tarihi olayları farklı disiplinler ve farklı alanların bakış açıları ile incelemeyi tercih ediyorlar. Bu metot aslında sadece tarih bilimiyle sınırlı kalmamalı. Sigortacılar da sektördeki bazı sorunları, batı sigortacılığının çok gerisinde oluşumuzu ve hedeflerin tutturulamamasını farklı bakış açılarıyla, farklı disiplinlerin katkılarıyla inceleseler sorunları aşmak adına bu bir avantaj sağlamaz mı?
Hayat sigortası niye rağbet görmedi?
Osmanlı döneminde ticaret daha çok gayrimüslimlerin ve yabancı tüccarların kontrolündeydi. Gayrimüslimlerin askerlik yapmıyor olmaları da ticaretteki avantajlı konumlarının güçlenmesinde etkiliydi. Bu yüzden öncelikle gayrimüslimler sigortaya ilgi gösterdi. Müslümanlar da zamanla zenginleştikçe ve sigortalanmaya değer varlıklara sahip oldukça sigortaya ilgi göstermeye başladılar. Bizde önce nakliye sigortası, sonra yangın sigortası yaygınlaştı. Hayat sigortası bu iki alandan sonra ilgi görmeye başladı, ancak nakliye ve yangın sigortaları kadar rağbet görmedi. Çünkü, Müslümanların hayat sigortası konusunda şüpheleri vardı. Hayat sigortası yaptıranların büyük kısmı da gayrimüslimlerdi.
Sigorta fetvaları
Sahip olunan zenginlikten sonra insanların inançları sigortaya yaklaşımlarında belirleyici oldu. Birçok müslüman sigortaya mesafeli yaklaştı. 1911 yılında Union Sigorta Şirketi, müslümanların sigortaya rağbetini artırmak için Sultanahmet’te Kapıağası Mahallesi’nde yaşayan, Mahmut Celaleddin isminde bir müşterisini hayat sigortası konusunda fetva aldırma amacıyla Şeyhülislamlığa yönlendirdi. Sonuç şirketin hedefine oldukça uzaktı.
Fetvada eğer sigorta yaptırılan şirket merkezi, Darülislam dışında (İslam’ın egemen olmadığı yabancı memleketlerde) ise ve bir kaza/hasar vukuunda şirketin tazminatı rızasıyla ödemesi halinde sigortanın caiz olabileceği söyleniyordu. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi buna ilave olarak insanları sigortaya sevk eden güven ihtiyacının karşılıklı yardımlaşma sandıkları ile giderilebileceğini, böylece hem sigortalı hem de sigortacının daha dikkatli davranacağını, primli sigortanın kumar özelliği taşıdığını belirtmişti. Gerek Osmanlı döneminde gerekse günümüzde sigorta sözleşmelerinin ‘fasit akit’ (geçersiz/bozuk bir sözleşme) olduğu görüşü oldukça yaygındır. Kimileri sigorta sözleşmesini kumara benzettiği için sakıncalı görmüş; kimileri ise faize bulaştığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bazıları ise nakliye, yangın sigortalarını, kasko yaptırmayı caiz görür ama hayat sigortası yaptırmanın caiz olmadığı görüşünü savunur.
Batı bu sorunu aşmış
Bu durum sadece İslam dünyası ile ilgili bir sorun değildi. Yabancı ülkelerde de başlangıçta sigorta gayrı meşru olarak değerlendirilmişti. Sigortanın kilise hukukuna uymadığı ve bu akdin gayrı meşru olduğu bir takım dini kararlar ile ilan edilmişti. Şu anda ülkemizde sektörün durumu ile Batı’daki sigortacılığın kıyası kat edilen mesafelerin arasındaki farkı ortaya koyuyor.
BES’te hedefler tutmadı
Otomatik BES’te 7.5 milyon kişiden 4 milyonu cayma hakkını kullanarak sistemden çıkmış. Düşünülen gerçekleşmeyince yeni tedbirler aranmaya başlanmış, BES’i cazip kılmak ve kişileri bu sistemde tutabilmenin planları yapılmış. İnsanların neden bu sistemde kalmadığı adına sektörde olanlar kafa yoruyorlar ve kendilerince bu soruya cevap arıyorlar. Kişi başına düşen gelirin azlığı, asgari ücretle çalışan birçok insan için yapılan kesintinin sıkıntı yaratması, katılımcıların elde edecekleri avantajı yeterli görmemesi, fonların amacının dışında kullanılma ihtimali vs. vs.
Sigorta şirketlerinin hem tüm branşlarda hem de BES’te hedeflerine ulaşamamalarının veya Batı’nın çok gerisinde kalmasının pek çok nedeni var: BES’in aslında bir tasarruf metodu olduğunun ve bir birikimi amaçladığının insanlara iyi anlatılması gerekli. Şirketlerin birikimlerini nerelerde ve hangi yollarla kullandıklarını müşterilerine anlatmaları ve şeffaf olmaları da bir ihtiyaç. İnsanların kafalarındaki şüpheleri izale etmek devletin değil şirketlerin görevi. Dini hassasiyet taşıyan müşterileri için fonlarını kullanacakları yeni planlar geliştirmeleri de mümkün.
BES’te hedeflerin tutmaması elbette sadece dini kaygılarla açıklanamaz. Ancak, nedenleri öğrenmek hiç de zor değil. Yapılacak kapsamlı anketler sorunun nedenlerini ortaya koyabilir. İnsanların kafalarındaki şüpheler giderilir, daha şeffaf bir fon tasarruf planı takip edilir, cazip sonuçlar önerilir ve bireysel emekliliğin avantajları daha açık ve net anlatılır ise otomatik sistemde kalma artar. Sigortacılar bu konuda yalnızca sektördekilerle değil din adamları, sosyologlar, psikologlar, tarihçiler ve daha birçok alandan otorite ile fikir alışverişinde bulunmalılar. Tıpkı modern tarihçilerin tarihi olayları açıklarken farklı disiplinlere başvurmaları gibi…