Sigorta Ekranı’na konuk olan Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sedat Doğan ve sigorta-reasürans uzmanı Fahri Altıngöz, sel ve taşkın risklerini tüm boyutlarıyla değerlendirdi. Doğan, iklim değişikliğinin bu afetleri artık “sistematik ve sürekli gerçekleşen” bir tehdit haline getirdiğini belirtirken; Altıngöz, sigortalılık oranlarının yetersizliğine dikkat çekerek ekonomik ve can kaybı risklerinin büyüklüğünü vurguladı. İki uzman da doğru modelleme, risk yönetimi ve sigorta penetrasyonunun artırılmasının hayati önem taşıdığına işaret etti.
SİGORTAMEDYA ÖZEL
İklim değişikliğinin etkisiyle Türkiye’de sel ve taşkın olaylarının sıklığı ve şiddeti giderek artıyor. Son yıllarda hem şehir içi su baskınları hem de kırsal bölgelerde yaşanan seller, büyük ekonomik kayıplara ve can kayıplarına yol açıyor. Sigortacılık sektörü ise bu riskleri doğru modelleme, fiyatlama ve sigortalılık oranlarını artırma yoluyla yönetmeye çalışıyor. Sigorta Medya Genel Yayın Yönetmeni Can Kantar’ın moderatörlüğünü yaptığı Sigorta Ekranı’nda sel ve taşkın riskleri masaya yatırıldı. Programa konuk olan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Doğan ve sigorta ile reasürans uzmanı Fahri Altıngöz hem bilimsel hem de sektörel bakış açısıyla önemli açıklamalarda bulundu.



Sel ve taşkınların Türkiye’de ve Avrupa’da giderek artan etkilerine dikkat çeken Doğan, bu risklerin sigorta sektörü açısından önemini değerlendirerek, “İklim değişikliği son 20 yıldır büyük ölçekte sigortalık kayıplarına yol açıyor. Swiss Re Enstitüsü’nün Sigma Raporu’na göre, doğal afetlerde yıllık yüzde 5 ila 7’lik bir artış trendi var. 2024’te tüm afetler için yaklaşık 137 milyar dolarlık hasar kaydedilirken, 2025’te bu rakamın 145 milyar dolara ulaşması bekleniyor” açıklamasında bulundu.
Doğan, Türkiye’deki durumu da şu sözlerle paylaştı: “Ülkemizde doğal afetlerin yaklaşık yüzde 35’i sel ve taşkınlardan kaynaklanıyor. 2024 yılı verilerine göre 1257 meteoroloji kaynaklı afet kaydedildi ve bunların 440’ı şiddetli yağış ve sel kategorisine giriyor. Son 5 yılda sadece İstanbul’da beş sel olayı yaşandı ve 2020’deki felaket sigorta şirketlerine yaklaşık 100-150 milyar liralık hasar ödetti. Bu artış trendi, sel ve taşkınları artık sıradan değil, sistematik ve sürekli gerçekleşen afetler kategorisine taşıyor.”
Doğal afet riskleri artık her yıl karşımıza çıkıyor
İklim değişikliğiyle birlikte doğal afet risklerinin giderek arttığını vurgulayan Altıngöz, “İklim değişikliği ile birlikte riskler çok ciddi bir şekilde arttı. Hem frekansta hem de şiddette büyük artışlar görüyoruz. Katastrofik riskler dediğimiz deprem, sel, taşkın, heyelan ve dolu gibi doğal afetler artık birçok sektörü doğrudan etkiliyor. Tarımı, endüstriyi, coğrafyayı yakından ilgilendiriyor. Eskiden 200-250 yılda bir beklenen afetler, artık her yıl karşımıza çıkabiliyor” ifadelerini kullandı. Bu yayınların amacının doğal afet riskleri konusunda farkındalık oluşturmak olduğunu belirten Altıngöz, hem kamuya hem de sigorta sektörüne akademik perspektifle katkı sağlamayı hedeflediklerini söyledi.
Sel ve taşkınlarda sigortalılık oranı hâlâ düşük, ekonomik ve can kaybı riskleri ciddi
Türkiye’de sel ve taşkın risklerine karşı sigortalılık oranlarının hâlâ yeterli seviyede olmadığını vurgulayan Altıngöz, “Bazı paket poliçelerde iş yeri ve konut poliçeleri kapsamında sel ve taşkın riskleri otomatik olarak teminat içinde yer alıyor. Kurumsal işletmelerde sigortalılık oranı yüksek, ancak KOBİ’lerde bu oran yüzde 20-25 seviyelerine kadar düşüyor. Sel ve taşkınlar sadece ekonomik kayıplar yaratmıyor, aynı zamanda ciddi can kayıplarına yol açıyor. Son 50 yılda Türkiye’de Bartın’da 26, Trabzon çevresinde 64, Muğla’da 65, İzmir’de 62 kişi sel ve taşkınlarda hayatını kaybetti. 2009 yılında İstanbul’da yaşanan aşırı yağışta araçlar sular altında kaldı, Tekirdağ’da dere yatağına yapılan bir kamp alanında 7 kişi hayatını kaybetti. Bu afetler hem can kaybı hem de ekonomik kayıp yaratıyor” şeklinde konuştu.
Ekonomik boyutu da rakamlarla açıklayan Altıngöz, “Son 50 yılda Türkiye’de sel ve taşkınların toplam maliyeti yaklaşık 300 milyon TL, dolar karşılığıyla 100 milyon dolar civarında. Bunlar sadece doğrudan hasarlar; dolaylı hasarlar da bu rakamlara ekleniyor. Dünya genelinde Sigma raporlarında yer alan 145 milyar dolarlık kayıpla kıyasladığımızda, Türkiye’nin ekonomik kaybı bu çerçevede anlam kazanıyor” ifadelerini kullandı.
Altıngöz, sel ve taşkın risklerinin yönetiminde farkındalık, doğru yapılaşma ve sigortalılık oranlarının artırılmasının önemine dikkat çekerek “Bu riskler karşısında yalnızca sigorta şirketleri değil, kamu kurumları ve vatandaşlar da bilinçlenmeli. Özellikle dere yataklarında ve riskli bölgelerde yapılan yapılaşmaların önüne geçmek hem can kaybını hem de ekonomik zararı azaltacak temel önlemlerden biridir” diye konuştu.
Doğru modelleme, primlerin belirlenmesinde kritik rol oynuyor
Altıngöz, sigortacılığın temel işleyişine de dikkat çekerek “Sigortacılık, belli bir prim karşılığında riskin devralınmasıdır. Bu nedenle sigortacılar, riskleri doğru bir şekilde ölçmeli, değerlendirmeli ve fiyatlamalıdır. Sel, taşkın, deprem veya dolu gibi doğal afetlerin modellemeleri ne kadar bilimsel verilere dayanıyorsa sigorta şirketleri bu riskleri primlere o kadar doğru yansıtabilir” dedi.
Altıngöz, primlerin belirlenmesinde tek fiyatın yeterli olmadığını, çünkü poliçe sayısı arttıkça birikimli risklerin de ortaya çıktığını vurgulayarak “Sigorta şirketleri binlerce poliçe düzenlediğinde oluşan akümüle riskler, reasürans planlamasını da etkiler. Doğru riskleri belirleyip, modelleme çıktılarıyla uygun bir reasürans stratejisi geliştirmek gerekiyor. Bu süreç, hem underwriting hem de reasürans politikaları açısından sağlam veri ve doğru modele dayalı bir yaklaşımı zorunlu kılıyor” diye konuştu.
Şehir içi su baskınları ile klasik sel farklı dinamiklere sahip
Şehir içi su baskınları ile klasik seller arasındaki farkı ve risklerin önlenmesi gereken noktaları anlatan Doğan, “Şehir içlerinde başlayan yağış suları en sonunda dere yataklarına ulaşıyor ve burada birikim meydana geliyor. Klasik sellerle şehir içi su baskınlarının dinamikleri farklıdır. Dere yataklarındaki yapılaşmalar, hasarın neredeyse iki kat artmasına yol açıyor. Bu nedenle dere yataklarına yeni imar ruhsatı verilmemeli ve mevcut yapılar mümkünse kentsel dönüşüm kapsamında güvenli alanlara taşınmalı” dedi. Klasik selin daha çok kırsal alanlarda, nehir ve akarsu yataklarında aşırı yağış nedeniyle ortaya çıktığını belirten Doğan, “Hiç ortada dere olmasa bile uzun süreli yağışlar tarım alanlarında birikerek göl gibi durumlar oluşturuyor ve suların çekilmesi günler, haftalar sürebiliyor. Bu da tarım ürünlerine zarar veriyor” ifadelerini kullandı. Şehir içi su baskınlarının kısa süreli ve ani yağışlarla meydana geldiğini aktaran Doğan, “Kentlerde aşırı betonlaşma ve yeşil alanların azalması nedeniyle yağmur toprak tarafından emilemiyor ve hızla akıyor. Drenaj kanalları yetersiz kalıyor, tıkanmalar oluşabiliyor. Bu ani su baskınları iş yerlerini, konutları ve altyapıyı ciddi şekilde etkiliyor. Ayrıca şehir içindeki sular en nihayetinde dere yataklarına yöneldiği için bu bölgelerde yapılan yapıların etkilenmemesi mümkün değil” şeklinde konuştu. Doğan, iklim değişikliği ve yanlış yapılaşmanın bu riskleri artırdığını vurgulayarak “Yağışların kısa süreli ama çok şiddetli olmasının nedenlerinden biri iklim değişikliği, diğeri ise aşırı betonlaşma. 15-20 dakikada su seviyesi bir metreye ulaşabiliyor ve ciddi hasarlara yol açıyor. Sigortacılık açısından, artık riskler parsel ve bina bazında görülebiliyor ve şirketlerin buna göre planlama yapması gerekiyor” ifadeleriyle sözlerini tamamladı.
HES ve barajlar şehir içi su baskınlarını önlemekte sınırlı kalıyor
HES’lerin su akışına etkilerine değinen Doğan, “HES’ler suyu topladığı için dere taşkınlarını kısmen önleyebilir. Ancak suyun doğal akış yollarını kapattığınızda, su mutlaka bir yer bulup akacaktır. Özellikle şehir içinde, şiddetli yağış başladığında bu akış yolları yapay derelerle oluşturulsa bile, binalar ciddi hasar görebilir” dedi.
Doğan, barajların bazı durumlarda taşkınları sınırlayabileceğini fakat ani ve kısa süreli yağışlar karşısında etkili olamayacağını belirterek “İklim değişikliği nedeniyle barajlar boşalmış olsa da şehir içlerinde sık ve ani yağışlar ciddi risk oluşturuyor. Bu nedenle şehir içi su baskınlarını barajlarla veya benzer yapılarla tamamen önlemek mümkün değil. Tarım alanlarını korumak için akarsu ıslah çalışmaları önemli, ancak şehir içinde doğal akış yollarına yapılan yapılaşmalar büyük can kaybı ve maddi hasara yol açabiliyor” ifadelerini kullandı. Önlemlere rağmen şehir içi su baskınlarında hazırlıklı olmanın ve riskleri öngörmenin kritik olduğunu vurgulayan Doğan, “Şehir içi su baskınları için yapacak fazla bir şey yok, hazırlıklı olmak ve risk yönetimini doğru yapmak gerekiyor. Dere yatağı üzerine kurulan şehirlerde, öngörülemeyen boyutlarda can kaybı ve ekonomik zarar kaçınılmazdır” dedi.
Sigorta penetrasyonu şehir içi sel ve taşkınlarda hayati öneme sahip
Sigorta penetrasyonuna değinen Altıngöz, “Devletimizin sağladığı yardımlar sınırlı kalıyor. Bir esnaf için 1.500–2.000 lira gibi destekler, çoğu zaman bir buzdolabını bile değiştirmeye yetmiyor. Oysa sigorta yaptırılmış olsa, 100.000–300.000 liraya kadar tüm hasarlar karşılanabilir. Sigortadan başka statikoyu koruyabileceğiniz bir yöntem yok. Sigorta penetrasyonunu artırmak, farkındalık yaratmak ve riskleri anlatmak bu nedenle kritik önemde” dedi.
Altıngöz, ayrıca “Sigortacılar, riskleri devralırken belirsizlik esasına dayanır. Yani yüzde yüz gerçekleşmesi kesin olan bir risk sigortaya konu olmaz. Örneğin dere yatağına yapılan bir yapı, her aşırı yağışta risk altında olacağından burada sigorta yapılamaz” ifadelerini kullandı.
Sigortalılık oranlarını en az üç kat artırmamız gerekiyor
Altıngöz, dünyadaki büyük sel olaylarına da dikkat çekerek “1974 Bangladeş selinde 30.000 kişi, 1999 Venezuela’da 20.000–30.000 kişi hayatını kaybetti. 2017’de Güney Asya’da 40 milyon kişi etkilendi. Tayland’ın Bangkok kentinde 2011–2012 yıllarında yaşanan sel ise otomotiv sektörünü ve küresel çip tedarik zincirini doğrudan etkileyerek Türkiye’deki bazı tesislerin bile faaliyetlerini durdurmasına yol açtı. Bu tür “indirekt hasarlar” için özel teminatlar, örneğin iş durması (CBI) sigortaları gerekiyor. Kurumsal işletmelerin bu beklenmedik risklere karşı hazırlıklı olması şart. Bunun yanında, sigortalılık oranlarını en az üç kat artırmamız gerekiyor. OECD ortalamasına ancak böyle ulaşabiliriz” diye konuştu. Altıngöz, iklim değişikliği ile birlikte risklerin arttığını ve sigortacılık sektöründe doğru modelleme ve fiyatlamanın önemini vurgulayarak sözlerini şöyle tamamladı: “Eskiden yılda bir büyük kasırga yaşanırken, artık sayı ikiye katlandı. Bu artış, yüzlerce milyar liralık hasarlara yol açabiliyor. Modelleme, fiyatlama ve farkındalık son derece kritik.”
Riskler yüksek doğrulukla öngörülebiliyor
Riskleri yüksek doğrulukla öngörebildiklerini belirten Altıngöz, “Gelişmiş meteorolojik ve hidrolojik modeller kullanıyoruz. Arazi topoğrafyası, bitki örtüsü, binalar, jeolojik yapı ve toprak çeşitleri gibi yaklaşık 14 farklı parametreyi bir araya getirerek risk haritaları üretiyoruz” dedi.
Altıngöz, ürettikleri haritaların iki farklı kullanım alanı olduğuna dikkat çekerek “Birincisi, adres bazlı haritalar. Bu haritalar parsel düzeyinde, 10×10 metre çözünürlükte hazırlanıyor ve risk skorlarını, sel derinliklerini ve olasılıklarını gösteriyor. Bu sayede sigorta şirketleri, poliçe bazlı, parsel bazlı veya mahalle ve ilçe bazlı risk analizleri yapabiliyor. İkincisi ise makro ölçekteki haritalar. Bunlar, geleceğe yönelik planlamalar ve reasürans müzakereleri için kullanılıyor. Bu haritalar, maksimum ve ortalama yağış miktarını, sel derinliğini ve diğer etkilerini hesaplayarak, olası senaryoları beş, on, elli hatta bin yıl sonrası için öngörebiliyor” açıklamasında bulundu.
Altıngöz, Bursa’nın Gürsu ilçesini örnek göstererek ortalama yağış durumunda sanayi, ticari ve yerleşim alanlarının hangi derinlikte suya maruz kalacağını ve kümülatif risklerini hesaplayabildiklerini belirtti. Maksimum yağış senaryolarında ise suyun ulaşacağı derinlikler ve farklı alanlara etkilerin detaylı biçimde belirlenebileceğini söyleyen Altıngöz, “Böylece sigorta şirketleri ve reasürans firmaları, poliçeleri ve risk dağılımlarını analiz ederek daha doğru kararlar alabiliyor” ifadelerini kullandı.
Verilerin yüksek doğrulukla test edildiğini vurgulayan Altıngöz, “Bu sistem sigorta sektöründe yeni fırsatlar yaratıyor ve risk yönetiminde büyük kolaylık sağlıyor” dedi. Riskleri öngörebilmek, sigorta penetrasyonunu artırmak ve beklenmedik zararları minimize etmek açısından bu çalışmaların önemine dikkat çekti.
Akademik çalışmalar son derece önemli
Altıngöz, sigortacılık sektöründe bu tür verilerin ve modellemelerin yaklaşık on yıldır kullanıldığını belirterek, “Bazı sigorta şirketleri bu modelleri underwriting sürecinde, risk skoru oluşturmada, reasürans plasmanında ve toplam exposure ölçümünde kullanıyor. Ben de daha önce çalıştığım şirketlerde bu modelleri entegre ederek riskin ne kadarının şirket tarafından tutulacağını ne kadarının reasüre edileceğini ve toplam akümülasyonu hesaplıyorduk” dedi.
Altıngöz, frekans ve şiddetin artmasının bu modellerin önemini daha da artırdığını vurguladı. Sel, sel seylabı ve heyelan gibi risklerin ciddi hasarlar doğurabildiğini belirterek özellikle şehirlerdeki ticari ve kurumsal işletmeler, organize sanayi bölgeleri, konut ve ticaret alanlarında bu risklerin doğru şekilde modellenmesinin kritik olduğunu ifade etti. Modellemelerin, yağış miktarı, debi ve su yüksekliği gibi parametreleri öngörebilmesi sayesinde işletmelerin önlem alabileceğini ve riskleri minimize edebileceğini söyledi.
Son olarak Altıngöz, “Kullanım amacının belirli olması çok önemli. Bu riskleri değerlendirmek, ölçmek ve fiyatlandırmak açısından akademik çalışmalar son derece önem taşıyor” dedi.
Sigorta Ekranı:



Doğal afet – mücbir sebep ile beklenmeyen hal birbirinden ayrılmalı.
Doğal afetlerde hasar sonrası rücu söz konusu olması çok zor iken, beklenmeyen halde rücu söz konusu olma ihtimali yüksektir.
Daha önce yaşanan benzer hal tekrar etmiş ise artık orada yerel yönetimin ihmalinden söz edilmelidir.
(her olay kendine has farklılık arz eder.)
Sigortacı ödediği tazminatı rücu etmelidir.