Araştırmacı yazar Fatih Kahya, Hayatımız Sigortalı Dergisi’ndeki yazısında tarihteki yangın vakalarına karşı alınan önlemleri kaleme aldı. 1870 Pera Yangını’ndan tulumbacılara, bekçi sisteminden yangın musluklarına kadar alınan önlemleri yazısında anlatan Kahya, oldukça ilginç bilgiler paylaştı.
Kahya’nın köşe yazısı şu şekilde:
Önceki iki yazımızda Osmanlı döneminde yangınlarla mücadele amacıyla oluşturulan tulumbacılardan bahsettik. Tulumbacıların yangınları söndürmedeki katkılarının küçümsenmeyecek kadar önemli olduğu halde yangınları şahsi çıkar aracı olarak görmeleri ve bu yüzden halkın kendilerine bakışına yer verdik.
İstanbul’daki binalarda ahşap malzeme kullanılması ve çarpık kentleşmenin yangınların neden olduğu yıkımı artırdığı kesin. Bu durum var olduğu müddetçe de tulumbacıların yangınlara karşı bir tedbir olarak varlığını koruması bir o kadar kaçınılmaz. Ahşap evlerin bulunduğu dar sokaklar, modern, etkili, büyük itfaiye araçlarının bu sokaklara girememesi, yangını söndürme işinin elle taşınabilen su tulumbalarına kalması demekti. Yangınlara karşı düşünülen tedbirler yalnızca itfaiye teşkilatının oluşturulması değildi. Binaların inşası ve kentleşmeye yönelik kanunlar, her mahalleye küçük yangın söndürme araçlarının konulması, bekçi sistemi, yangın muslukları, yangına karşı su kaynaklarının artırılması önerilerden bazılarıydı.
13 Temmuz 1899’da gerçekleştirilen bir yazışmada; yangın çıkması halinde işe yaramaz evlerin istimlâk kanununa uygun olarak yıkılması, oraya bir duvar çekilmesi düşünülmüş, itfaiye taburları şehrin her tarafına kolaylıkla ve süratle gidemediği için itfaiye alayı yetişinceye kadar yangının yayılmasını engellemek amacıyla mahallelerde bekçi sisteminin uygulanması, küçük itfaiye alet ve edevatının bulundurulmasının uygun görüldüğü belirtilmiştir.
Bu yazışmada ayrıca yangınla mücadelede yapılması istenenler şunlardır: Yangın çıkması halinde su yetiştirilmesi çok önemli olduğundan mahallelerde kötü kokulara sebep olmayacak tarzda birer havuz veya havuz gibi çukurlar yapılmalıdır. Bu havuzların etrafına duvar çekilmeli, oralarda su varsa havuzların suları bundan, su olmadığı takdirde Terkos suyundan alınmalıdır. Bu su havuzları daimi bir şekilde belediyenin teftişinde bulunmalı, ayrıca yangınlar çoğunlukla bacalar ve ocaklardan kaynaklandığı için binaların inşasında şehremanetinin bildirdiği hususlara dikkat edilmelidir.
Yangına karşı önlemler alındı
6 Temmuz 1906 tarihli Sabah gazetesinde yer alan “Tulumbacılar” başlıklı yazıda; itfaiye taburlarının teşkilatından evvel İstanbul’da çok yangın çıktığı, yangınlara karşı yeterli tedbirin alınmadığı, yeni mahallelerin oluşturulmasında tulumbalara lazım olan suyun tedarikinin düşünülmediği ve mahalleler arasında yazın suyu azalan ya da büsbütün kuruyan çeşmelerden başka su alacak yerlerin bulunmadığı belirtiliyordu. Zamanla hükümetin yangınlara karşı isabetli tedbirler aldığı, 1870 Pera Yangını’ndan sonra itfaiye taburları tesis edildiği ve bunların faydalarının görüldüğü, Terkos suyunun şehre ulaştırılması ve hemen her mahallede yangın musluklarının tesis edilmesiyle itfaiye vasıtalarının tamamlandığı belirtilmekteydi. Bununla beraber İstanbul’daki binaların çoğu ahşap olduğundan tulumbacıların da korunduğu ifade ediliyordu.
29 Mart 1911’de yapılan bir başka yazışmada, İstanbul’da çıkabilecek yangınların söndürülmesi için alet ve edevattan çok, yangınla mücadele edecek kişi sayısının artırılmasının gerekli olduğu, mevcut taburlara iki taburun daha eklenmesi ve itfaiye taburları içinde daima talimli kişilerin bulundurulmasına dikkat çekilmişti.
Tek yıkıcı etki yangınlar değildi
Şehrin tahribatında yalnızca yangınlar etkili değildi. Yangınlar kadar olmasa da deprem de yıkıcı etkileri olan bir felaketti. 22 Temmuz 1894 tarihli “Saadet” gazetesinde de konuya şu şekilde dikkat çekilmişti. Deprem ve yangın gibi olayların zararlarını kesin olarak önlemek mümkün olmasa da sonuçlarını hafifletmek ve bu yönde tedbirler almak mümkündür. Bu tedbirlerin başında da binaların Frenk kâgiri (taş, tuğla veya beton üzerine kurulmuş bina) ile inşa edilmesi gelmektedir. Osmanlı Bankası’ndan başka Beyoğlu’ndaki yüksek apartmanların büyük kısmı Frenk kâgiri usulünde olduklarından depremde zarar görmemiştir. Bu metotla yapılan binalar biraz pahalı ise de yangın ve depremde tahribatları az olacağı için, sigorta bedelleri ve tamirat masrafları düşecektir. Bu yüzden bu tip yapıyı mal sahipleri de tercih edecektir.
Londra Büyükelçiliği sırasında Reşit Paşa İngiltere’den yazdığı mektuplarda Batı kentlerinin geometrik düzenli yol ağlarından, yangınlardan etkilenmeyen kâgir binalarından söz etmiştir. Reşit Paşa’nın uyarıları sonraki süreçte hazırlanan binaların inşası ile ilgili kanunlara yansımıştır.
Osmanlı Devleti çok sayıda kanun çıkardı. Yeni yapılacak binalarda ahşap kullanılmasını yasaklamaya çalıştı. Ancak ahşaptan yapılan evler hem çok kısa sürede inşa ediliyordu hem de daha az masraflıydı. Ayrıca depreme karşı taş yapıdan daha esnek olduğu için daha az zarar görüyordu. Gelir seviyesi düşük olanlar istese de ahşap dışında bir malzeme ile ev inşa edemezdi. Devlet de bunu pekâlâ biliyor, göz yummaktan başka bir çare bulamıyordu. Ahşap malzeme kullanıldığı müddetçe yangınlar kaçınılmazdı. Zira ahşabın tabiatında yanmak vardı. Bu durumda yangın sadece bir evi değil, etrafındaki birçok evi hatta mahalleyi etkiliyordu. Yangınlarla mücadeledeki zorluk sigortaya olan ihtiyacı ve yönelimi kaçınılmaz kıldı. Sigortacılar da bu durumu iyi değerlendirdi ve sigortacılık ülkede kök salmaya başladı.