MUSTAFA NAZLIER / HAYATIMIZ SİGORTALI
Sigorta sektörünün içinde bulunduğu durum konusunda tüm tarafların ortak fikri “Değişim ve Yeni Yapılanmanın” şart olduğu yönünde. Aynı kişiler ile aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek konusundaki tespiti ile Einstein son noktayı koyuyor. Sektör içinde kiminle karşılaşsak tüm söylemler aynı “artık yeter”.. Sektörde aktif görev yapan duayen biri ile görüşmemizde etkileyici saptamalarını felsefi yaklaşımla aşağıdaki şekilde dile getirmişti. Ne söylemiş ve nasıl bir sonuca varmış derken en iyi saptamayı en iyi içerik ile açıklayıverdiğini görüyoruz.
Sigorta Sektöründe yeni bir yapılanmanın şart olduğu, hukuksal ifadesiyle “Sine Qua Non” yani olmazsa olmazdır. Burada üzerinde durulması gereken anahtar kavram “Değişim” dir. Bu da bize “Değişimin anlamı nedir”? Sorusunu sormanıza neden olacaktır. Biz burada değişimin sosyolojik, felsefi tarihsel, antropolojik ve arkeolojik anlamlarının dışında sigortacılık sektörünün kısa ve uzun vadede sorunlarının çözümünde yönetici değişimlerinin gerek ve şart olduğuna aksi halde kamuoyuna yansıyan dedikodu düzeyindeki sigortacılık ile ilgili bürokratik kurumlar arasında yaşanan gerginliklerin, “Kaos Teorisi’ ifadesiyle Heisenberg belirsizlik kuralı’na bir kenara bırakırsak sigorta sektöründe fırtınaya yol açacağı gerçeğidir. Sigorta sektöründeki aktörlerin yani devlet ve özel sektör kurumlarının aynı gemide olduğu düşünüldüğünde önemli olan koltuk da oturmak değil geminin limana sağ salim gelmesi bizi ilgilendirecek temel mesele olmalıdır. Aksi takdirde Sorbonne Üniversitesi Siyasal Bilimler Profesörü Françoise Dreyfus’un “Bürokrasinin İcadı” adlı ünlü Kitabında belirtiği gibi makamların alınıp satıldığı yani makam satışlarının yapıldığı bürokrasinin en ilkel haline döneceğimiz tehlikesi ile yüz yüze kalacak ve Max Weber’in bürokrasi için söylediği, “Deyim yerindeyse modern Batı devletinin üreme organı” olmaktan daha ziyade Marx’ın, “son derece parazit bu yapı…” dediği bürokrasiyi, “devletin dolap çevirme aleti”, haline dönüştüreceğiz.
Bilindiği üzere “bürokrasi”; devlet daireleri, devlet işlerinin görüldüğü ofisler anlamındaki “büreau”, hakimiyet ve “iktidar” anlamındaki “cratie” kelimelerinin birleşmeleriyle oluşan bir terim olup en genel tanımı ile devlet dairelerinin hakimiyetini ve iktidarını ifade eder. Bürokrasi kavramını ilk defa sistemli bir şekilde inceleyen Weber’e göre, bürokrasinin halkın anladığı anlamda, kırtasiyecilik, verimsizlik, kuralcılık ve sorumluluktan kaçma gibi kötü anlamları yoktur. Gerçekte bürokrasi, halk arasında kullanıldığının aksine ideal bir organizasyon yapısını ifade etmektedir. Çünkü bürokrasi bir insan istemi olmaktan daha çok kanun ve kurallar sistemidir. Şahsiliğe yer olmadığı gibi mantık ve akılcılık her şeyin üstündedir.
Geleneksel olarak Weberyan bürokratik modelde bürokrasi rasyonel olanı ve kamu yararını amaçladığı için siyasete nazaran daha objektif olanı temsil eder. Bu çerçevede bürokrasinin siyasetin organik-ideolojik uzantısı olması beklenmez, istenmez. Toplumun gözünde de bürokrasi teknik rasyonaliteyi arayan kurum olarak ve kamu hizmeti sunması nedeniyle daha saygındır. Bu süreçte önemli bir konu da hukuka bakıştır. Kamu hizmetlerinin sunumunda eşitlik, adalet, yansızlık gibi ilkelerin hayata geçirilmesi hukuk yoluyla olur. Bu nedenle bu tür bürokratik yaklaşıma ”rasyonel-hukuki” bürokrasi denilmektedir.
Yeni Kamu Yönetimi diye ifadesini bulan 1980 sonrası bürokratik anlayışta ise siyaset ve bürokrasi organik ve ideolojik olarak daha iç içe geçmiş gözükmektedir. Devlet memuru statü ve içerik olarak yıpranmıştır. Kamu tercihleri teorisiyle bürokratların kamu yararını ya da nesnel olanı değil kendi çıkarlarını temsil ettikleri savı ileri sürülmektedir. Kamu yönetimi ve işletme yönetimi ayrımı giderek ortadan kalkmaya farklar azalmaya başlamaktadır. Bu çerçevede kamu yöneticileri de işletmeci gibi muamele görmeye başlamaktadır. Bu çerçevede “public administration” yerine “public management” kavramı öne çıkmıştır.
Kurulduğundan bu yana geleneksel bürokratik bir duruş sergileyen rasyonel olanı ve kamu yararını ön planda tutan saygın bir kurum olan ve sigortacılık ile ilgili düzenleme ve denetleyici kurumları da 4059 sayılı yasa ile birlikte organizasyonuna katan Hazine Müsteşarlığının söz konusu kurumlarında son dönemlerde yaşanan ve basına yansıyan olaylar aslında ülkenin göz bebeği olan kurum kimliğine herhangi bir zarar vermesinin ötesinde ilgili birimlerin başında olanları bürokrat kimliğinin dışına çıkarmışa benziyor.
Nüfusu 75 milyon ve kişi başı milli geliri 10 bin 947 dolar düzeylerinde olan ülkemizde kişi başı sigorta harcaması, henüz 166 dolar ve sigorta penetrasyonunun ise %1,5 seviyelerinde olduğu ve söz konusu göstergelerin ülkemizin bu konuda Dünya ve Avrupa ortalamalarının oldukça gerisinde olduğu gereceği göz önüne aldığında sektörün makro planda sorunlarının çözümüne odaklanmak yerine bu tür dedikoduları duymak Hazine Müsteşarlığımızın saygınlığına yine de gölge düşüremeyecektir.
Fakat yazımızın başında da söylediğimiz gibi Sigortacılıkla ilgili gerek Hazine Müsteşarlığına bağlı yarı kamusal nitelikli özel kurum, gerekse kamu sektöründeki sigortacılık ile ilgili yöneticilerinin nöbet değişimlerinin zamanı gelmiş görünüyor. Bu bağlamda sigorta sektörünü düzenleyici ve denetleyici kurumlarda değişim aslında söz konusu birimlerde en önemli tehlike olan “Rigor Mortis”’e yakalanmayı da engelleyecektir. Rigor Mortis; ölüm katılığı demektir. Biyolojik ve fizyolojik bir olay olarak, her canlı organizmada ölümden sonra bir katılaşma olmaktadır. Katılaşan bir organizma, esnekliğini kaybetmekte ve belli bir süre sonra şekil değiştirmesi mümkün olmamaktadır. Daha sonra katılaşmış olan bu organizma dekompoze olarak dağılmaktadır. Yöneticilikte “rigor mortis” ise, kurumların değişememelerini, değişim ve dönüşümü zamanında, tam olarak ve zorlanmadan gerçekleştirememelerini ifade etmektedir. Açık bir ifadeyle Yöneticilikte “ rigor mortis”, kurum ve kurulların organizasyonların çevrelerindeki değişime uymak da zorluk çekmeleri, yaptıkları işleri, kullandıkları teknolojiyi, iş yapma usullerini ve yönetim tarzlarını değiştirememeleri, kişisel çıkarlarını kurum çıkarlarının önüne geçirmeleri şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla değişimi sürekli olarak algılayıp, değişime karşı yenilik yaratmayı teminen ve Hazine Müsteşarlığımızın güzide kurumlarını daha fazla örselemeden ve/veya entropiye uğratmadan yapılacak yada yapılması düşünülen atamalarda yada nöbet değişimlerinde Nepotizm (Siyasi Kayırmacılık) kıskacı göz ardı edilerek teknik tercihlerin ön plana çıkmasının sağlanması rasyonel bir yaklaşım olacaktır. Yönetici değişiklikleri de hiçbir zaman bir başarısızlık olarak algılanmamalı Antik Yunan’da yaşayan Herakliteos’un MÖ.500’lü yıllarda tespit ettiği gibi, gerçekte “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” cümlesinde olduğu gibi olumlu yönden bakılmalıdır.
Aksi takdirde sigorta sektörünün makro ve mikro sorunları artarak devam edecek sorunların çözümünde seçenekler arasında kararsız kalarak sektörün sorunları hakkında önceliği dahi keşfedemeden sektör problemlerini felsefedeki “Buridan’ın Eşeği” örneğine çevireceğiz.
Sonuç olarak, değişime direnmek yerine, yönetici değişikliğine olumlu yönden bakıp sigorta sektörümüzün Makro ve Mikro düzeydeki sorunlara odaklanılarak sektörde stratejik oyun teorilerine içselleştiren “mahkum ikilemi” mantığında olduğu gibi “taraflar kendi çıkarını değil, grubun çıkarını gözettiği zaman en karlı sonucu elde ederler “ zihniyetine sahip teknik kadrolarının bu değişimde yer bulması sağlanmalıdır. Aksi takdirde “Aptal Puma sendromunda” olduğu gibi günlük, yersiz ve toplamı sıfır olan kişisel odaklı oyunlar ve çıkarlar peşinde koşmak yerine sigorta sektöründeki sorunlarının çözümünde başarının sırrı pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamaktan geçtiğini iyi idrak etmemiz gerekiyor.
Unutulmamalıdır ki; taş devri taş bittiği için sona ermedi, zihinler değiştiği için sona erdi.
Şimdi hep birlikte düşünelim; sigorta sektöründe penetrasyonu arttırabilmek için neler yapmalıyız? Değişime direnmeli miyiz? Yoksa değişimi olumlu anlamda algılayıp weberyan bürokrasideki akılcı, rasyonel olanı, kamu yararını amaçlayan, sorunlara çözüm odaklı yaklaşan, hukuku gözeten, teknik rasyonaliteyi arayan ve kamu hizmeti sunması nedeniyle kurumların saygınlığını koruyan bürokrat tipini yeniden göreve mi çağırmalıyız?
Bu kadar açık ve somut bir saptamaya akıl ile direnmek olanaklı mı bilemem. Kendi coğrafyasında yalnız bir ülke olarak var oluş için güçlü olmak ve güçlü kalmak adına olanaklarını en iyi şekilde kullanmak zorunda. Tam bu noktada doğru kişilerin doğru şeyleri doğru zamanda yapma zorunluluğu bir mecburiyet oldu. Atatürk ün “ Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” sözünün altını çizerek hatırlarda kalmasını sağlarken Mevlana ile kapatıyorum.
“Dünle birlikte gitti, cancağızım. Ne varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”