Araştırmacı Yazar Fatih Kahya, İstanbul yangınlarını mercek altına aldı. Kentte, yangınla mücadelenin 3. Murat döneminde başladığına dikkat çeken Kahya, padişahın İstanbul kadısına verdiği hükmü şöyle dile getirdi: “İstanbul halkı, evinin damına yetişecek bir merdiven ve bir büyük fıçı su bulunduracak. Bulundurmayanlar cezalandırılacak.”
Araştırmacı Yazar Fatih Kahya’nın Hayatımız Sigortalı dergisinde yer alan “İstanbul yangınlarına tulumbacılar da çare olmadı” başlıklı yazısı şöyle:
İstanbul’da sık sık yangın çıkması ve çıkan bu yangınların ciddi zarara yol açmasında; ahşap malzemeden yapılan binaların bitişik, sokakların ise dar olması, suyun azlığı, yangınları söndürmeye yönelik vasıtaların yetersizliği etkiliydi. Binaların yapımında halk, daha ucuz olması hasebiyle, çoğunlukla ahşap malzemeye rağbet etmekteydi. Ayrıca hükümetin de maddi imkânları az olan halka karşı lütuf ve merhameti de binaların yapımında ahşap malzemenin kullanımında etkiliydi. İstanbul’un bir kıyısında ve çok uzağında bir mahallede çıkan yangın tüm şehir halkının uykusunu kaçırabilirdi. Kulelerden takip edilen yangınlar gece mehtap ve kandil asmakla, gündüzleri bayrak ve sepet çekmekle ilan edilir ve yangın nöbetçileri şehrin her tarafına yayılarak yangını haber verirlerdi.
Osmanlı toplumunda halkın yangınlardan Allah’ın inayetiyle kurtulacaklarına olan inancı oldukça kuvvetliydi. Bu inanç doğrultusunda halk, evlerin saçaklarına “ya Hafız” (Muhafaza eden/Koruyan) levhaları asmış, evin çevresinde tütsüler gezdirmiş, ateşin dokunmayacağına inandıkları türbelere, yatırlara yakın oturmayı tercih etmişti. İstanbul’da yangınla mücadele başlangıcı III. Murat dönemine (1574-1595) kadar gider. III. Murat’ın İstanbul Kadısına verdiği hükümde İstanbul halkının evinin damına yetişecek bir merdiven, bir büyük fıçı su bulundurması ve bunları bulundurmayanların cezalandırılacakları belirtilmiştir.
Tulumbacılar ve yangınlar
İstanbul’da ilk yangın tulumbası Davut Ağa tarafından yapılmıştır. Bu tulumbanın 1718’de Tüfenkhane ve Tophane yangınlarında kullanılmasından sonra Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın dikkatini çekmiş ve İbrahim Paşa Yeniçeri Ocağı’na bağlı Tulumbacı Ocağı’nı kurarak 120 akçe yevmiye ile Davut Ağa’yı başına getirmiştir. Yangınların büyüklüğüyle kıyaslandığında tulumba yangına karşı tam bir çözüm değildi. (“Davud Ağa’nın ilk imal ettiği tulumba gayet battal ve çardaklı tabir edilen üst kısmı 120 kilo ağırlığında bulunduğundan bilahare daha hafif ve basit şekli yapılmıştır. Davud Ağa’nın tulumbasına didon bozması denilmekte idi.”)
İstanbul’un eski belediye başkanlarından ve Damat Ferit Paşa Kabinesi’nde bakanlık yapan, Türkiye’de modern cerrahinin kurucusu Cemil Topuzlu ise itfaiye teşkilatının etkisizliğini şöyle ifade etmiştir; “… askeriyeye bağlı ve derme çatma birkaç arabadan ibaret olan itfaiye teşkilatı pek iptidaiydi. Çapulculuk ve birbirleriyle kavga etmekten ve geçtikleri yerlerde avazları çıktığı kadar bağırmaktan başka hiçbir işe yaramayan ve ancak birkaç kova su taşıyan sandıklarıyla tulumbacılar yangınların önüne geçemiyorlar ve büyük yangınların da ardı arkası kesilmiyordu.”
Edmondo de Amicis’in eserinde tulumbaların yetersizliği şu ifadelerle yer bulmuştur. “Tulumbalar, hakikaten az değildir ve Türkler bunlardan harikulade makinelermiş gibi gurur duyarlar ama bunlar aşağı yukarı on iki litre ihtiva eden ve yangın söndürmekten çok bahçe sulamaya yarayacak kadar su basan gülünç oyuncaklardır… Tulumbacılar, her zaman teşkilatlı bir topluluk olmaktan çok, bir eşirra (şerli kişiler/kötü insanlar) takımıdır. Oradan buradan toplanmış insanlardan meydana gelmiştir, işten çok isim olarak Seraskerliğe bağlıdır. Çünkü oradan sadece tayın ekmeğini alırlar; tecrübeleri, düzenleri yoktur; hırsız olurlar, halk bunlardan, söndürmeyi bilmedikleri ateşten daha fazla nefret edip çekinir ve yangını bir ganimet fırsatı olarak arzu ettiklerinden, tabii durup dururken değil, kuşkulanılır.”
Tulumbacılık halkın gözünde bayağı ve haysiyet kırıcı idi. Düzenli ücret almayan tulumbacıların, yangın söndürme hizmetlerine karşılık aldıkları bahşiş, bazı tulumbacıların (ya da tulumbacı kıyafetindeki sahtekârların) yangını bir kazanç kapısı olarak görmeleri, özellikle tulumbacıların potansiyel yağma ihtimali yaptıkları hizmetin kıymetini azaltıyordu. Tulumbacılığı seçenlerin meslekleri ve hayat biçimlerinin yatkınlığı nedeniyle tulumba takımları arasında çıkan kavgalar, tulumbacı tabirine külhanbeylik, kabadayılık gibi anlamlar yükledi. Tulumbacıların yangınlarda etkisiz kalışı ve potansiyel asayişsizliği İstanbul’daki yabancıların da dikkatini çekiyordu.