McKinsey & Company, ‘İklim Riskleri ve Yanıtlar: Fiziksel Tehlikeler ve Sosyoekonomik Etkileri’ raporu ile değişen iklim koşullarına adaptasyon için harekete geçmenin hayati önem taşıdığını vurguluyor.
Bir yıllık süreçte, 105 ülkeden verilerle hazırlanan rapor, küresel ısınmanın etkilerinin katlanarak arttığına ve doğru aksiyonlar alınmazsa yüz milyonlarca hayatın ve doğal kaynakların tehdit altında kalacağına dikkat çekiyor. Olası felaketlerin ekonomik boyutu ise trilyon dolar seviyesinde olacak.
Bu risk ve tehditlerin önüne geçmek üzere aksiyon önerileri ve vaka analizlerinin de yer aldığı rapor, Woods Hole Research Center iş birliği ve Oxford Üniversitesi bilim insanlarının bağımsız denetimleri ile hazırlandı.
McKinsey Global Institute tarafından hazırlanan ‘İklim Riskleri ve Yanıtlar: Fiziksel Tehlikeler ve Sosyoekonomik Etkileri’ raporu değişen iklim koşulları ile gelecek 30 yılda risklerin ve belirsizliklerin artacağına dikkat çekerken bu zorlukları aşmanın yollarını da içeriyor.
McKinsey & Company Sürdürülebilirlik ve Risk birimlerinin de katkılarıyla bir yıl süren araştırmanın sonunda, iklim değişikliğinin insanlar, topluluklar, doğa, fiziksel sermaye ve ekonomik faaliyetlere etkisi ortaya kondu. Ayrıca bu etkilerin şirketler, hükümetler, finansal kurumlar ve bireyler için nasıl sonuçlar doğuracağı de rapora dahil edildi.
Rapor, iklim değişikliği etkilerinde temel örnekler olan 9 vaka çalışması çerçevesinde iklim risklerini ele alıyor. Bu kapsamda araştırmacılar, Hindistan ve Akdeniz bölgelerinde yaşam ve çalışma koşullarına iklim değişikliğinin olası etkilerini incelediler. Hem küresel hem de Afrika tarımını baz alarak gıda sistemlerindeki yıkıcı etkilere ve aynı zamanda yarı iletkenler ve nadir bulunan metallerin tedarik zincirindeki değişimlere dair veriler paylaştılar. Florida örneğinden yola çıkarak konut sektöründe fiziksel varlıkları tehdit eden unsurları ve ayrıca uluslararası çapta altyapı hizmetlerindeki beş farklı yıkıcı etkeni ortaya koydular. Aynı zamanda yoğun kentleşmenin oluşturduğu riskler ve buzullar, denizler ve ormanlara olan etkileri ile oluşan doğal kaynakların kaybına yönelik analizler sundular. Detaylı bir jeo-uzamsal değerlendirme ile de 105 ülkede 6 göstergenin yarattığı potansiyel sosyoekonomik etkiler rapora dahil edildi.
Yapılan analizlerde öne çıkan sonuçlar ise şöyle:
- Tüm dünyada yerel bazda iklim değişikliğinin fiziksel etkileri hissediliyor. Gelecek 10 yıl ve sonrasında iklimin değişmeye devam etmesiyle birlikte bu koşullardan etkilenen bölgeler, sayı ve büyüklük olarak artacak. Bu artış sosyoekonomik sistemleri beş temel alanda etkileyecek. Bunlar; yaşama-çalışma şartları, gıda sistemleri, mülk, altyapı hizmetleri ve doğal kaynaklar.
- Bugün insanların yaşadıkları bölgede ölümcül sıcaklık dalgalarına maruz kalma riskleri sıfırken, bu, yüzde 9’luk olası bir artışla 2030 yılına dek 250-360 milyon kişiyi etkileyebilir. Bu oran, 2050’de ise yıllık yüzde 14’lük bir artışla 700 milyon-1.2 milyar kişiye yükselebilir. Böylece hızla etkisi güçlenen iklim tehditleri, istihdam, gelirler ve ilgili sektörleri sarsabilir. Örneğin; denizlerdeki ısınma yakalanan balık sayısını azaltırken bundan geçimini sağlayan 650 ilâ 800 milyon kişinin de yaşamını etkileyecektir.
- İklim değişiminin küresel sosyoekonomik etkileri çok büyük boyutlara ulaşabilir ve insanları ve fiziksel ve doğal kaynakları doğrudan etkileyebilir. 105 ülkede yapılan analizlere göre; tüm ülkeler 2030 yılına dek bu risk faktörlerinde artış yaşayacak. Örneğin; aşırı sıcaklar ve nem nedeniyle dışarıda çalışma performansında bugün yüzde 10 oranında bir kayıp yaşanırken, bu oranın 2050’de yüzde 15-20 aralığına yükselmesi bekleniyor.
- Finans piyasalarının iklim değişiminden etkilenen bölgelerde kaynak dağıtımı ve sigortaya olan etkilerini göz önünde bulundurarak risk tanımlarını güncellemesi gerekebilir. İklime bağlı risklerin daha iyi anlaşılmasıyla uzun vadeli borçlanmanın ortadan kalkması, sigorta maliyetlerinin düşürülerek yaygınlaştırılması ve vade değerinin azaltılması şeklinde risk tanımları değiştirilebilir. Örneğin; Florida’da yaşanan sel felaketleri, evlerde hasara yol açtığı gibi konut değerlerini de düşürdü. Bu bölgede selden zarar gören evler, zarar görmeyenlere göre yüzde 15-30 oranında değer kaybetti; bu, 2050 yılına dek 30 ilâ 80 milyar Dolar değerinde bir kayıp anlamına geliyor.
- GSYİH oranları düşük olan ülkeler ve bölgeler, daha fazla risk altında çünkü bu bölgelerde insanlar daha büyük bir oranda doğal kaynaklara dayalı olarak yaşıyor, daha fazla dışarıda çalışıyor ve iklim şartları fiziksel dayanıklılık eşiğine daha yakın. Bununla birlikte bazı ülkeler iklim değişiminden fayda da görebilir. Örneğin; Kanada’da artan sıcaklıklar, tarımsal üretimi artırabilir.
- İklim değişiminin yarattığı fiziksel tehditler, adaptasyon ve karbondan arındırmayı hızlandıran, çok daha sistematik bir risk yönetimini gerektiriyor. Bu doğrultuda iklim değişimi bakış açısıyla tüm temel iş ve politika kararları gözden geçirilmeli. İklim değişiminden etkilenen bölgelerde bu, yüksek maliyet ve zorlu kararları gerektirse de adaptasyon çalışmaları, bu riskleri yönetmede yardımcı olabilir. Dalgakıranlar, aşırı sıcaklara dayanıklı sığınaklar ya da kuraklığa dirençli tarım ürünleri gibi adaptasyon çalışmaları için gerekli hazırlıkların yapılması için ise başta yatırım kararları olmak üzere tüm süreç için güçlü bir iş birliği gerçekleştirilmesine ihtiyaç var. Bununla birlikte iklim bilimi, bu adaptasyon fırsatlarını değerlendirirken, bir yandan da küresel ısınmanın önlenmesinin ancak sera gazı emisyonlarının sıfırlanması ile mümkün olduğunu söylüyor.
Araştırmada yer alan bilimsel analizler için Woods Hole Research Center ile iş birliği gerçekleştirildi. Metodolojik tasarım ve sonuçlar ise Oxford Üniversitesi Çevresel Değişim Enstitüsü’ndeki uzman bilim insanları tarafından bağımsız olarak incelendi ve analizlerin bilimsel temeli test edildi.
Akdeniz iklimi olmayan bir Akdeniz bölgesi
Türkiye’yi de kapsayan Akdeniz bölgesi, iklim değişiminden en çok etkilenen bölgelerden biri. Küresel iklim sıcaklığındaki artış, ılıman iklime sahip Akdeniz bölgesinin daha sıcak olmasına neden olacak. Kaybolan iklim özellikleri ise turizm ve tarım gibi kilit sektörlerin zarar görmesi potansiyelini beraberinde getiriyor. Yapılan hesaplamalara göre, 2030 yılı itibariyle etkileri güçlenecek olan bu değişim, 2050’de yoğun bir kuraklık olarak kendini gösterebilir ve bölgede yılın yarısına yakını kurak geçebilir. Örneğin; emisyonların azaltılmasının sağlandığı daha iyimser bir senaryoda dahi, 2050 yılında Madrid’in ikliminin Marakeş’e benzeyeceği tahmin ediliyor. Bu koşullarda, bugün turizm açısından yoğunlukla tercih edilen Akdeniz sahillerinin çok sıcak olacağı ve tatil için Kuzey Avrupa sahillerinin tercih edileceği öngörülüyor. Turizm gibi tarım sektörü de sıcaklıklarla birlikte yeni zorluklarla karşılaşacak. Şimdiden çiftçiler öngörülemeyen hava koşullarının mahsullerine olan olumsuz etkilerine şahitlik ediyorlar. Örneğin; bu bölgedeki üzüm bağları, şarap yapımı açısından önemini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Bununla birlikte bugün gündemde olmayan yeni bölgeler üzüm üretimi için önem kazanabilir. Bu risklerin önüne geçebilmek ise turizmde değişen mevsimlere göre alternatif turizm ekonomileri yaratmak ya da üzüm bağlarında sulama, erken hasat gibi adaptasyon yöntemleri ile mümkün olabilir.
“Türkiye, bir vizyon etrafında birleşmeli”
İklim raporunun sonuçlarını değerlendiren McKinsey & Company Türkiye Ülke Direktörü Can Kendi; “Günümüzde siber tehditler, kamu ve özel kurumlar ile bireylerin gündemine nasıl entegre olduysa; iklim değişimi ve taşıdığı risklere de güçlü bir önem atfedilmeli. Yaptığımız analizler ve araştırma çalışmaları sonucunda ortaya koyduğumuz sonuçlar da hızla artmakta olan iklim değişimi etkilerinin yatırımcılar, hükumetler, kural koyucular, karar vericiler ve bireylerin karar alma süreçlerine hizmet ederek bu tehditleri yönetmemize olanak tanıyacak niteliktedir. Böylece fiziksel ve finansal riskler taşıyan bu dönemde insan yaşamını ve doğal kaynakları koruyabiliriz. Bu doğrultuda raporumuz, bir yandan iklim değişiminin sert etkilerini gözler önüne sererken; bir yandan da acil olarak eyleme geçmemiz gereken alanları ve bunu gerçekleştirmemize olanak sağlayacak yeni araçları ortaya koyuyor.
Raporumuzda Türkiye de yüksek risk taşıyan ülkeler arasında yer alıyor. Akdeniz bölgesindeki güçlü iklim değişimlerinden etkilenebilecek olan ülkemiz aynı zamanda Mısır, İran ve Meksika ile birlikte su stresini en çok yaşayacak ülkeler arasında gösteriliyor. Düşen yağmur oranındaki azalma ile 2050 yılına dek su stresinde %47 oranında artış olacağı öngörülüyor.
Bu kapsamda ülkemizde susuzluk ve kuraklığın yanı sıra sel, yangın ve heyelan gibi aşırı doğa olaylarıyla kendini gösteren iklim değişimine karşı ortak bir akıl ve vizyon yaratmalıyız. Bugünden itibaren bireysel ve kurumsal olarak aldığımız her kararda küresel iklim değişimini göz önüne almalıyız. Ülke olarak bu değişime karşı adaptasyon yeteneklerimizi artırırken aynı zamanda sıfır emisyon hedefini gündemimize yerleştirmeliyiz. Bunu başarmak, hepimiz için hayati bir önem taşıyor ve birlikte, akılcı kararlar ve çözümlerle bunu gerçekleştirebileceğimize inancımız tam” dedi.
Detaylı sonuçlar, vaka çalışmaları ve değişim için önerilerin yer aldığı raporun tamamına mcKinsey.com/climaterisk adresinden ulaşmak mümkün.