Araştırmacı yazar Fatih Kahya Hayatımız Sigortalı’nın Ocak sayısında Doğu ile Batı arasındaki sigortaya yaklaşım farkından bahsetti.
Fatih Kahya’nın ‘Doğu ile Batı arasında sigortaya bakış farkı’ başlıklı yazısı şu şekilde:
Bu köşede Batı’da ve Doğu’da sigortacılığın ortaya çıkışı ve gelişim süreciyle ilgili pek çok yazımız yer aldı. Bu kez köşemizi 1944 tarihli ‘İktisadi Yürüyüş’ dergisinin, ‘Sigortacılık Özel Sayısı’nda yer alan Gerşon Özel’in yazısına bırakacağız. Özel, 1944 yılında Doğu ile Batı arasındaki sigortaya yaklaşım farkını anlatmış. 73 yıl sonra ne kadar mesafe kat ettiğimizi düşünmeyi okuyuculara bırakacağız.
Sigortayı anlayış farklı
Memleketimizde henüz sınırlı bir sahaya hükmeden sigortacılık, Batı memleketlerinde çok ileri gitmiş ve her türlü riski karşılayacak hale gelmiştir. İnsanın aklına gelebilen her türlü tehlikeye karşı bir sigorta muamelesi (branşı) geliştirilmiş ve hatta savaştan sonra meşgul olunması gereken konuları genişletmek için planlar yapılmıştır. Meşhur Beveridge Planı (1942’de İngiltere’de hazırlanan barış zamanında sosyal güvenliği teminat altına almayı sağlayacak tedbirleri ortaya koyan rapor) tamamiyle sigorta esasları üzerinde kurulmuş bir plandır
Daktilonun parmakları, artistin bacakları…
Daktilonun parmaklarından ve artistin bacaklarından sosyal tehlikelere kadar zararı, nakit ile ölçülebilen her türlü maddi ve manevi riskler sigorta olunabiliyor. Bu kadar geniş bir sahayı işgal eden sigortacılık itiraf etmeli ki henüz memleketimizde tamamıyla anlaşılamamış, verimsiz bir saha teşkil etmektedir. Bunun sebebini araştırmak konumuzun dışındadır; fakat gelişmiş ülkelerde sigortalara niçin fazla önem verildiğini ve sigortanın ne olduğunu araştırmak faydalı olsa gerektir.
Hadisenin cereyan tarzı konusunda Doğu ile Batı arasında düşünce itibariyle büyük fark olduğu su götürmez bir hakikattir. Batılı, hadisenin bizzat insanlar tarafından yapıldığını ve irade-i cüz’iyyenin (insan iradesinin) irade-i külliyenin (Allah’ın iradesinin) önüne geçtiğini ve yine vuku bulan hadiselerin insanlar tarafından kısmen telafi edilebildiği düşüncesindedir. Faaliyet ve işlerinde kaderin, şansın yeri pek azdır. Her şeyi kendilerinin yaptıklarına veya bozduklarına inanırlar. Doğulu ise olaylara mistik bir mahiyet verir. Her şeyde Allah’ın elini ve isteğini görürler. Allah’ın iradesinin yanında insan iradesinin hiçbir rolü olmadığına inanırlar. Doğulu bir yangın vukuunda bütün servetinin mahvolmasını Allah’ın arzusu şeklinde telakki eder ve “Allah böyle istedi, böyle yaptı” der. Halbuki Batılı, yangında muhakkak bir sebep arar ve insanın kusuru ile vuku bulduğunu düşünür. Bu iki düşünce tarzı iki farklı sonuca varır. Doğulu mallarını sigorta etmez. Batılı ise kendisine gelecek her türlü felaketi tahmin eder onlara karşı lakayt kalmaz, mal ve canını her türlü risklere karşı sigorta eder. “Ben tabiatla mücadele ederim. O bana dert verirse, ben onu telafi etmesini bilirim” der.
Batılı aktif, Doğulu pasif
Bu düşünüş tarzı insanı daima uyanık ve tedbirli, mücadeleci ve kuvvetli yapar. Başka bir tabirle söylemek gerekirse Batılı aktiftir, Doğulu pasiftir. Bu düşünce tarzındaki fark her ikisinin sigortayı anlayış farkını ortaya koyar. Yine bu düşünce tarzı arasındaki fark o memlekette veya şehirde sigortacılığın gelişip gelişmemesinin de sebebi olur.
Hadiselerin kaynağı ne olursa olsun ortada bir hakikat vardır: Pek çok hadiseler vuku bulmakta ve bu hadiselerin birçoğu insanların can ve mallarına zarar vermektedir. Ne kadar çalışılırsa çalışılsın, ne kadar tedbir alınırsa alınsın bir gün o hadisenin cereyan etmesine kimse engel olamaz ve senelerden beri yanmayan, batmayan bir mal ufak bir tedbirsizlik veya olağanüstü bir hadise yüzünden mahvolabilir. O zaman bu malı meydana getirebilmek için sarf edilen bütün emek, zaman ve para mahvolur. Hele bazen vuku bulmasına engel olunamayan fırtına, zelzele, dolu vs. gibi afetlere karşı insanlar tamamen aciz kalırlar.
Hiç kimse uzun yıllar büyük zorluklara katlanarak, pek çok zaman ve para sarf ederek meydana getirdiği, biriktirdiği mal ve servetinin bir anda yok olmasına, ölümü halinde aile ve çocuklarının sefalete düşmelerine razı olamaz. Herkes ne zaman gerçekleşeceği bilinemeyen ve mahvedici hadiselere karşı canını ve malını korumak ister. Fakat hadiselerin gerçekleşmesine engel olmanın çok zor ve hemen hemen imkansız bir şey olduğuna göre can ve malını korumak gayesini değil, herhangi bir hadiseden dolayı kendilerine gelebilecek zarar ve ziyanı telafi etmek ve bu suretle acılarını dindirmek ister.
Sigorta can ve mallara zararlı hadiselerin vuku bulmasına mani olmaya çalışmaz. Yalnız hadise vuku bulup mal ve canlara verdiği zarar ve ziyanı tazmin etmeyi taahhüt eder.