Türkiye’de neredeyse her gün bir kaza, bir ihmal ve bunun sonucunda gelen yeni bir ölüm haberi duyuyoruz. Trafik kazaları, iş kazaları, yangınlar, tarım makineleriyle meydana gelen vakalar, denetimsiz inşaat sahaları, ev içi güvenlik eksikliği… Ortak nokta aynı: Önlenebilir riskler, önlenmeyen davranışlar ve göz göre göre gelen kayıplar.
Bu sorunun temeli istatistiklerden çok daha derin. Mesele yalnızca ‘daha fazla kontrol’ ya da ‘daha fazla ceza’ değil. Asıl mesele, risk kültürünün toplum çapında zayıf olması. Birçok birey ve kurum için güvenlik hâlâ ‘zorunlu bir formalite’, sigorta ise ‘iş işten geçince hatırlanan bir evrak’ gibi görülüyor. Sonuç: Büyük kayıplar, maddi çöküşler ve hepsinden de önemlisi geri gelmeyecek insanlar.
Risk kültürünü güçlendirmek için üç temel alan var:
- Erken Farkındalık:
Güvenlik bilinci ancak çocukluk çağında öğrenildiğinde kalıcı olur. Okullarda trafik, ev güvenliği, dijital güvenlik ve afet bilinci eğitimleri hâlâ yüzeysel. Bu içeriklerin uygulamalı hale getirilmesi, gerçek vakalarla desteklenmesi gerekir. - Davranışsal Değişim:
Yetişkin birey, riskleri “bildiği halde uygulamıyorsa” sorun bilgi değil, davranıştır. Emniyet kemeri takmama, iş güvenliği ekipmanını kullanmama, koruyucu bakım masraflarını erteleme gibi davranışlar ekonomik değil psikolojik bariyerlerden kaynaklanır. Bu nedenle kampanyalar cezadan çok davranışsal tetikleyicilerle tasarlanmalıdır. İnsanların risk algısını harekete geçiren, somut örneklerle yüzleştiren iletişim gerekir. - Sigorta Bilincinin Modernleştirilmesi:
Sigorta sektörü, sadece tazminat ödemekle sınırlı bir iş kolu değil. Risk mühendisliği, dijital izleme, erken uyarı sistemleri ve sürdürülebilir güvenlik planlaması, sektörün topluma en büyük katkısıdır. Sigortanın ‘kayıp anında devreye giren bir evrak’ değil, ‘kayıp oluşmasını engelleyen bir güvenlik mekanizması’ olduğunun anlatılması şart.
Bugün Türkiye’de pek çok hasar dosyası, doğru koruyucu önlemler alınsa hiç açılmayacaktı.
Peki, toplumsal dönüşümü nasıl hızlandırabiliriz?
- Kazaları ‘kader’ olarak gören dil terk edilmelidir.
- Yerel yönetimler riskli alanlar için zorunlu farkındalık programları yürütmelidir.
- Sektör, sigorta ürünlerini korunma kültürüyle ilişkilendiren yeni bir iletişim dili geliştirmelidir.
- İş yerlerinde yıllık zorunlu eğitimler ‘imza toplama’ mantığından çıkarılmalı, gerçek simülasyon ve vaka analizlerine dönüştürülmelidir.
- Medya, trajedi odaklı habercilik yerine neden-sonuç ilişkisini açıkça ortaya koyan bir dil kullanmalıdır.
Her kaybımız, aslında kaçırılmış bir önleme fırsatı. Risk bilinci gelişmedikçe, haber akışı değişmeyecek. Fakat Türkiye’nin bunu değiştirme potansiyeli yüksek; genç nüfus, dijital yaygınlık, sigorta sektörünün teknik kapasitesi ve afet bilincine yönelik artan toplumsal farkındalık bu dönüşüm için güçlü bir zemin sunuyor.
İhmalin değil, bilincin belirleyici olduğu bir Türkiye mümkün. Bugün atılan her küçük adım, yarının kayıplarını engelleyecek en büyük yatırımdır.


