Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, geçtiğim hafta köşe yazısında İslam’a göre meşru olan sigorta şeklini anlatmıştı. Karaman’ın bu haftaki yazısının konusu ise Bireysel Emeklilik Sistemi oldu. Karaman’a göre bu sisteme girmek caiz değil.
Hayrettin Karaman’ın “Bireysel emeklilik” başlığıyla yayımlanan yazısı:
Katılım bankaları, bireysel emeklilik ve benzerlerini yapamadığı zamanda aşağıdaki yazıyı yazmıştım:
Bireysel emeklilik ve hayat sigortası yoğun bir reklam konusu olmakta ve giderek yaygınlaşmaktadır. Helal haram konusunda hassas olan Müslümanlar çeşitli yollardan bu sisteme girmenin caiz olup olmadığını soruyorlar. Hükmü açıklamadan önce bu işi yapan şirketlerin açıklamalarına dayanarak kısaca ne olduğunu ortaya koymak gerekiyor:
İlgililerin açıklamalarından anlaşıldığına göre “Bireysel emeklilik sistemi (BES), kişilerin aktif çalışma hayatları boyunca yapacakları birikimlerin değerlendirilmesine dayanarak emeklilik günlerinde yaşam standartlarını sürdürebilecekleri ek bir gelir/kaynak yaratmaya yöneliktir. Risk teminatı içermez. BES’te hayat sigortalarından farklı olarak katılımcının yatırım yapılacak fonları seçme ve şirket değiştirme hakkı bulunmaktadır. Birikimli hayat sigortaları ile bireysel emeklilik sözleşmeleri karşılaştırıldığında her ikisinin de diğerine göre avantajları ve dezavantajları olabileceğinden, karşılaştırma fert bazında uzmanlar tarafından yapılmalıdır. BES ve hayat sigortaları farklı amaçlara hizmet etmektedir: Hayat sigortaları vefat ve benzeri olası bir riskin gerçekleşmesi durumunda sigortalının bakmakla yükümlü olduğu kişilere maddi kaynak yaratmak amacını taşır. Birikimli hayat sigortaları ise risklere karşı sağladıkları güvencenin yanı sıra uzun vadeli yatırım aracıdır. Minimum prim ödeme süresi 10 yıldır ve süre sonundaki ödemeyi almak için yaş zorunluluğu yoktur. Hayat sigortalarında yatırımların değerlendirilmesi şirket tarafından yapılır.”
Bu açıklamanın bizim için önemli olan noktalarını maddeler halinde tahlil edelim:
1. Bu sistem devlete ait değildir, ticaret yaparak para kazanmak isteyen özel şirketlere aittir.
2. Sisteme dahil olanların verdikleri paralar artık şirketin malı olmakta ve şirket bu paraları istediği gibi (helal haram gözetmeden) kullanmakta, para kazanmak için hukukun izin verdiği, para getiren -faiz dahil- her aracı kullanmaktadır. (BES de yatırım fonunu seçme hakkı bulunmakla beraber Türkiye’de helal-haram farkı gözeten yatırım fonu yoktur-Bu yazı yazıldığında yok idi-).
3. Mal ve değerlerin hasara uğraması halinde zararın karşılanmasını amaçlayan sigorta çeşitlerinden farklıdır; bu sistemde belli bir riskin (kaza, hastalık, yangın vb.) gerçekleşmesi şartı yoktur. Belli bir süre para ödeme mecburiyeti vardır, bu ödemeyi yapanlara şirket maaş bağlamakta; yani onlardan aldıkları ile bundan kazandıklarının bir kısmını geri ödemektedir. Bu sistemde ödenen ile geri alınan arasındaki nisbet belli değildir; daha az ve daha çok olması mümkündür. Ancak sisteme dahil olanların beklentilerinin, “verdiklerinden daha fazlasını geri almak” olduğu açıktır. Böyle olmasaydı parasını başka yerlerde ve şekillerde biriktirir, elinin altında tutar ve istediği gibi tasarruf ederdi.
4. Sisteme girenler, herhangi bir ticari enstrümana para yatırır gibi buraya da yatırım yapmakta; yani kâr etme amacı gütmektedirler. İslam’a göre meşru yatırımın şartları ve -bu şartlara göre olabilecek- şekilleri bellidir. BES’ne girenler ne şirkete ortak oluyorlar, ne bir taşınır veya taşınmaz malı alıp satıyor veya kiraya veriyorlar ne de ortak bir mal veya hizmet üretimi için yatırım yapıyorlar. Yaptıkları bir hükmi şahsa para verip, belli bir süreden sonra -beklenti ve niyet olarak- daha fazlasını geri almaktan ibarettir.
Bu durum karşısında bireysel emeklilik ve hayat sigortası islâmî kurallara göre caiz olamaz. Buraya yapılan yatırımların nemalandırılması İslamî kurallara bağlı olmadığı gibi yatırımı yapanların elde edecekleri kazanç da -yaptıkları akit fıkıh kurallarına uymadığı için- helal değildir.
İnsanların bir gün aç açık kalma korkularının bulunduğu her zaman ve zeminde bu korkuyu kullanan tüccarlar çıkacak, bu korku yüzünden tedbirler aramak tabii olacaktır. Doğru ve adil olanı, her insanın -vaktiyle bir sosyal güvenlik sistemine dahil olması şartı aranmadan- açlık, açıklık, hastalık gibi temel ihtiyaçlarına karşı devletin/toplumun güvencesi altında bulunmasıdır. Bu güvence ticarete alet edilmemeli, sivil dayanışma sistemleriyle ve/veya devletin kurumlarıyla gerçekleşmelidir.
İslam’da, din farkı gözetmeksizin bütün ülke vatandaşlarının ekonomik güvenliği “akrabaya nafaka (muhtaç olduğunda bakma yükümlülüğü), zekat, çeşitli karşılıksız yardımlar, vakıflar, imaretler… ve en sonunda devletin maaş bağlaması yoluyla temin edilmiştir. Bu sistemin işlediği yerde kimsenin gelecek kaygısı olmaz, bu olmayınca da -halen muhtaç olduğu- parasını, gelecek kaygısıyla, açgözlü ve fırsatçı tüccarlara kaptırmaz.
Peki bu sistemin işlemediği yerlerde insanlar ne yapsınlar?
Gerçi zaruretler yasakları geçici olarak kaldırır ama yine de çare -zarurete sığınarak çözümsüzlüğü sürdürmek yerine- sistemi işletmenin yollarını açmaya çalışmaktır.
KAYNAK : BİRGÜN GAZETESİ