23 Aralık 2024, Pazartesi
spot_img

Ayşe Gardet: ‘Öncelikle saygı sorununu çözsek’

Hayatımız Sigortalı Dergisi’nin Aralık sayısına konuk olan Ayşe Garget, köşe yazısında, saygı kavramının zaman içerisinde değiştiğini ve yeni saygı anlayışını kendisine daha yakın bulduğunu belirtiyor.

Garget’in “ Öncelikle saygı sorununu çözsek” başlıklı yazısı şöyle:

Ekran Resmi 2017-12-25 17.57.40

Ben küçükken, yani sanırım bundan 35-40 yıl önce, saygı günlük hayatımızda sıkça duyup, dünyayla olan iletişimimizde de netlikle ‘göstermemiz’ beklenen bir şeydi. Aslında soyut bir kavram olsa da ‘büyüklerimiz’ saygı ile bağdaştırılan o kadar çok davranış şekli örneği verirdi ki, sanırım pek çok benzer kavrama kıyasla saygı, bizim ve bizden önceki kuşakların iyi (doğru olmayabilir ama iyi) bellediği ve netlikle anladığı elle tutulur bir forma girerek hayatlarımızda yer etti.

12 yıllık bir anne olarak oğluma bir anne olarak becerebildiğimce yol gösterme gayretlerim arasında SAYGInın, en azından benim çocukken bildiğim hali ile yer almadığını fark ettim geçenlerde. Mesela, evimize gelen yetişkin bir misafire terlik vermesini, elini öpmesini, isminden sonra X hanım teyze veya Y bey amca demesini öğretmedim. İlaveten evimizde gümüş şekerlik yahut misafir terliği veya kristal küllük de bulunmadığından bu takım bizim zamanımızın olmazsa olmaz merasimleri zaten otomatik olarak ortadan kalkmış bulunuyordu. Konuşurken siz ile biten, Fransızca’da da nous /vous diye ayrılan saygı belirtir ikinci çoğul şahıs kullanmak, bacak bacak üstüne atarak yahut haşa sırtını koltuğa dayayıp rahat rahat oturmaya yeltenmemek, ikramda geri kalmamak ve tabii halıyı gırgırlamış olmak saygının temel şartlarındandı. Ben galiba bunların da epey bir kısmını es geçmiştim. Ayrıca bizim gittiğimiz bir arkadaşımızın evinde de, istediği şeyi yiyip içmek, (kendisine sunulmuş veya masadan, tezgahtan alabileceği söylenmişse) tuvaleti geldiğinde tuvaleti kullanabilmek, insanlara kendilerine verilmiş isimleriyle hitap edebilmek, kimsenin eline sarılmak durumunda olmamak gibi özgürlükleri de vardı. Tabii burnunu filan karıştırmasa daha iyi olacağını, bunun genellikle insan tek başınayken ve çok çaresiz ise yapılabilecek bir aktivite olduğunu söylemişliğim vardır.

Saygısız bir çocuk mu yetiştiriyordum?

Acaba, ben saygısız bir çocuk mu yetiştiriyordum? Bunlardan ona bahsetmeyişim, kendimin de artık eskisi kadar saygılı olmadığım anlamına mı geliyordu?

Vakti gelmişken beraberce saygının bir de genel tanımına bakalım isterseniz;

  • Büyüklere, yaşlılara, değeri yüksek olanlara, kutsal bilinen kimselere, şeylere karşı duyulan, sevgi ve çekinmeyle karışık bağlılık duygusu.
  • Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu, inceliği.

Doğrusunu isterseniz, ben sanırım küçükken bize öğretilen saygıyı, yıllar içerisinde ister istemez bir parça evirip çevirmişim. Oturup düşündüğüm zaman, bu yeni saygı anlayışının da aslında saygı derken kastedilen şeye de daha yakın bulduğumu eklemem lazım. Haaa… Yalnız bütün bunların artık yaşlanmaya başladığım için düşünüldüğü de sanılmasın. Bilakis 40’lı yaşlarımı seviyorum. Kendimi çok daha iyi anladığımı, kendimi bu halimle sevdiğimi, kendime hiç olmadığı kadar saygı duyduğumu ve bütün bunlar sonucunda da, saygının sembolik bir takım hareketlerin ötesinde, gerçekten hayatla ve hayattaki her şeyle entegre bir hal olduğunu anlamış bulunuyorum. Gayrettepe’deki evimin 50 metre ötesinde, yapımı 2.5 yıldır devam eden bir metro istasyonu inşaatı var. Saygıdan söz ederken bu da nereden çıktı diyeceksiniz? Deyin.

Bu projenin, metro ağının genişletilerek daha fazla insanın trafikten daha az muzdarip olarak kullanabileceği medeni bir alternatif olması açısından önemini anlıyorum. Ancak aklımın almadığı bir kısım var ki, bu da inşaatın gece gündüz demeden devam ediyor olması. Hizmette sınır yoktur anlayışı ve ne kadar önce biterse o kadar çabuk milletin hizmetine girer yaklaşımını da olumlu değerlendirebilecek perspektife sahibim. Ancak inşaat alanının büyük, yapılan işin oldukça komplike, ve lokasyonun da yüzlerce ev ve on binlerce insanın ortasında bir yerde olması bana göre orada yaşayan insanların UYKU hakkına korkunç bir saygısızlık! Gecenin bir yarısı iş makinaları haldır haldır ve her türden gürültü yapma hürriyetiyle çalışırken ben ve benim gibi ertesi gün işe gidecek olan bir sürü insan, okula gidecek bir dolu çocuk, belki hasta olup biraz uykuyla rahatlamaya çalışan yaşlı insan, bebeğini uyutmaya çalışan yorgun anne, yatağında çaresizce dönüyor.

‘Türk söylemez, söylenir’

Düşüncem, toplumun önemli kısmını rahatlatacak her türlü hizmetin zaten kendi içinde önemli bir saygı göstergesi olduğu. Ne var ki, bu saygı göstergesi, hizmet yapılırken bir yandan başka hassasiyetler ezilip, göz ardı ediliyorsa, ne yazık ki ciddi olarak zedeleniyor. Metroyu çabuk bitirmek pahasına, bir gün beş gün değil, yıllarca bir mahalle halkının geceleri uyuma hakkı elinden alınıyor.

‘Türk söylemez, söylenir.’, diye bir laf vardır. Milletçe pek çözüm odaklı olmadığımızı, kendi kendimize söylenip, şikayet etmeyi yeğlediğimizi anlatır. Kafamda saygı nedir diye düşünürken, belki de uykusuzluktan, size söyleniyormuşum veya çözüm odaklı bir yaklaşım göstermiyormuşum gibi geldiyse affedin. Anlatmak istediğim; konu saygı veya ahlak veya benzeri soyut bir kavram olduğunda, işlevselliğini kaybetmiş sembollerden ötelere uzanmak için kendimizi zorlarsak belki de birbirine daha saygılı, daha hoşgörülü daha az yargılayan yani daha mutlu insanlar olabiliriz. Bence denemeye değer.

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SON EKLENEN HABERLER