23 Aralık 2024, Pazartesi
spot_img

Yabancı sermaye sigorta sektöründen çıkıyor mu?

Türkiye’de sigorta sektörünün büyüme performansını ve yabancı sermayenin durumunu mercek altına alan Sigorta Medya Odak Noktası Yazarı Özer Şimşek, “Türkiye’de faaliyet gösteren 63 şirketin 41 tanesi yabancı sermayeli. Bunların 35 tanesinin majör hisseye sahip olduğunu görüyoruz. Ödenmiş sermaye olarak bakıldığında, hayat dışı şirketlerde % 58 civarında bir ağırlık varken prim üretiminde hayat dışı yabancı şirketlerin % 51 civarında bir paya gerilediğine şahit oluyoruz. Başka bir anlatımla yabancı sermayenin yavaş yavaş çıktığını ifade edebiliriz” diyor. Şimşek’in değerlendirmeleri şöyle:

2007 yılında çok uluslu bir şirkette yöneticilik yaparken potansiyel yatırımcılar için aracı bir finansal kuruluşun Türk Sigorta Endüstrisi için hazırladığı detaylı bir raporu okumuştum. Rapor, sektörün 2020 yılına kadar, enflasyondan arındırılmış birleşik yıllık büyüme oranını (CAGR) %15 olarak tahmin ediyordu. Yine aynı rapor, kişi başına düşen sigorta priminin 400 $’ın üzerine çıkacağını ve sektörün toplam pirim üretiminin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranının da % 3 ler civarında gerçekleşeceğini öngörüyordu. 

Bu tür raporlar kendine özgü matematik modeller  üzerinden geleceği projekte  ederek öngörülerde bulunurlar. Ancak zaman zaman rakamların söylediklerini fazla iyimser okuyarak, Türkçe deyimle “allayıp pulladıkları” gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Şimdi bu tahminler nasıl gerçekleşmiş birlikte bakalım.

2010’lu yılların ilk yarısında % 9’larda seyreden reel CAGR’ın (şirketler tarafından yapılmış olan yatırımların yıllık olarak büyüme hızlarının gösterildiği bir finansal terim), 2021 yılına geldiğimizde son beş yılda % 2’nin altına düştüğünü görüyoruz. Üstelik kişi başına düşen pirim 130 $’ı bir şekilde geçememiş. Sigortacılık sektörünün toplam prim üretiminin gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı, en çok % 1.5’lardan 2021 yılında yüzde % 1.3’e gerilemiş. Yani yine

% 3’ün oldukça uzağında.

Yabancı sermaye açısından en kritik rasyo olan birleşik oran, son beş yılda -pandemi nedeniyle ayrışan 2020’de dahi % 100’ün altına inmemiş. Şimdi birileri çıkıp “yabancı şirketlerin birçoğu yıllardır gümbür gümbür kar açıklıyor” diyebilir. Ancak, uluslararası sigortacılık yönetim normlarında, bir şirketin gerçek performansı bileşik oran ile ölçülür. Dolayısı ile, yabancı sermayedar, yüksek enflasyon ve kur oynaklığının olduğu bir ülkede, % 100’ün üzerinde bir birleşik oran performansını faiz geliri, kur farkı geliri yada özeti mali gelir ile kamufle edilmesine müsaade etmez.

Yukarıda sigorta sektörünün genel verilerini değerlendirirken, acaba yabancı şirketler özelinde farklı bir performans var mı diye akla soru gelebilir. Ancak uzunca yıllardır yabancı sermaye ağırlığı (hisse oranı) ve primsel olarak % 70’lerin üzerinde olduğundan paralel bir performans göze çarpıyor.

Şimdi gelin 2021 yılı yabancı sermaye durumuna bakalım.

Türkiye’de faaliyet gösteren 63 şirketin 41 tanesin yabancı sermayeli olduğu, bunların 35 tanesinin majör hisseye sahip olduğunu görüyoruz. Ödenmiş sermaye olarak bakıldığında, hayat dışı şirketlerde % 58 civarında bir ağırlık varken pirim üretiminde hayat dışı yabancı şirketlerin % 51 civarında bir paya gerilediğine şahit oluyoruz. Başka bir anlatımla yabancı sermayenin yavaş yavaş çıktığını ifade edebiliriz.

Üstelik,  sadece bu yılki trafik sigortalarına ilişkin yükümlülüklerin, şirketlerin özsermayesinden 10 Milyar TL’ye yakın bir tutarın erimesine neden olacağı gerçeğini göz önüne aldığımızda, yabancı bir yatırımcının radarına girebilecek bir endüstriden söz edemiyoruz.

Öte yandan, yabancıların da, böylesine bir tablo içerisinde, birkaç şirketin yaptığı gibi satıp çıkmak gibi bir niyetlerinin olmadığını düşünüyorum. Zira, böylesine bir konjonktürde şirket satılmaz.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

  1. Sigorta kültürü henüz yeterince olgunlaşmamış bir ülkede, özellikle trafik gibi uzun kuyruklu işlerde sigortanın doğası ile bağdaşmayan hukuk uygulamaları ve bir taraftan da düzenleyici otoritenin popülist yaklaşımları nedeniyle çok büyük zararlar ortaya çıktı. 
  2. Ekonomik istikrarsızlıklar, bunun neden olduğu kur çalkantıları, bilhassa motor branşındaki öngörülemezliği ve beraberinde büyük zararları getirdi.
  3. Şirketlerin özellikle motor branşındaki sofistikasyondan uzak, benchmark  ve rekabete dayalı fiyatlama anlayışları zararı daha da büyüttü. 
  4. Yabancı sermayeli şirketlerin Türkiye’ye atadıkları Expat yöneticilerin yetkinlik eksiklikleri bir yana, yukarıdaki maddelerde sıraladığımız sorunlu koşullarda tam bir yönetim fiyaskosu ortaya çıktı.
  5. Çok uluslu şirketlerin Türkiye gerçeklerini doğru okuyup buna göre strateji üretecek ve yerel şirketleri destekleyecek bölgesel kadroları maalesef zayıftı. Sürekli global inisiyatiflerin Türkiye’nin kendine özgü kültürel dinamiklerini ve farklılıklarını göz ardı ederek “One size fits all” yaklaşımının hatasında ısrar ettiler.  
  6. Yabancı gruplar ülkelerindeki dijital kabiliyetlerini Türkiye’ye transfer edemediler.

Tüm bu anlattıklarıma rağmen, Türkiye pazarında kârlılık, operasyonel kabiliyetler ve tarife sofistikasyonu açısından çok iyi performans sergileyen yabancı şirketlerin de olduğunu belirtmeliyim. 

Böylesine bir tablonun ardından Türk sermayeli olup  yabancı yatırımcılar açısından kısa vadede “exit” yani şirketini satmayı düşünen sermayedarların, bu yazının içeriğine tepki duymamaları gerekiyor. Nitekim bu verileri potansiyel yatırımcı da çok rahat analiz edebileceği gibi bugünün ekonomik konjonktürü ve siyasi iklimi zaten böylesine bir sermaye girişinin mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Önemli bir siyasi değişim olmadıkça ve düzenleyici otorite, şirketleri rahatlatacak (trafik’te serbest tarife vb.) radikal adımlar atmadıkça, kısa ve orta  vadede batı sermayesinden olumlu bir ilgi beklenmemeli. Körfez sermayesine ilişkin, zaman zaman siyasi saiklerle hareket ettiğinden yada “kelepir al, bekle” şeklindeki stratejik kararlar alabildiğinden, yorum yapabilmek güç.

Ne ki, ekonomik konjonktürler ve siyasi iklimler geçicidir. Bu noktada, pozitif bir ortam doğduğunda şirketlerini iyi bir fiyata satmak isteyen sermayedara birkaç tavsiyemiz var. 

  1. Tüm operasyonel süreçlerin, olabildiğince dijitalize edildiği, şirketin kendisine ait core üretim platformunun, sofistike CRM ve diğer servis sağlayan entegre platformların, hizmet ve müşteri odaklı mimari (SOA) çatısı altında, ESP (Enterprice Service Bus) yaklaşımı ile entegre edilerek çalışır hale getirilmesi. Bir taraftan da yine operasyonel süreçlerde robotik süreç otomasyonun (RPA)etkin bir şekilde kullanıldığı bir alt yapı ile çok daha az insanın istihdam edildiği düşük maliyetli süreçleri etkin hale getirmek.
  2. Kanal gerçeklerini iyi okuyan, deneyimli ve yine bütünüyle dijitalize edilmiş, veriye dayalı yüksek seviyeli analizlerle taktik ve stratejik planları ortaya koyarak bunları uygulayabilen bir dağıtım kanalı ve pazar yönetimini (Marketing) geliştirmek.
  3. Sürdürülebilir, ortalamanın üzerinde Ebitta ve % 100’ün altında COR üreten bir kar performansını ortaya koyabilmek.
  4. Pazardaki fırsat ve tehditleri iyi okuyan, ürün etkinliği ve yönetime sahip olmak.
  5. Sürekli kendini geliştiren, öğrenen, şirketine bağlı, kendine özgü kültürü olan insan kıymetlerini yaratmak.

Böylesine bir şirkete sahip sermayedarın iyi konjonktürde, hisselerini diğerlerinin çok üstünde satabileceği gerçeğini unutmayalım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SON EKLENEN HABERLER