Türkiye’nin ilk sigorta profesörü unvanına sahip olan akademisyen Prof. Dr. Erdem Kırkbeşoğlu, Türkiye’deki en temel sorunlardan birinin halkın kaderci bir bakış açısıyla hareket etmesi olduğunu vurguluyor. “Türkiye’de risk algısı çok düşük. Bu noktada kamu otoritesine ihtiyacımız var. Sigorta bilincinin oluşması için sigorta eğitiminin küçük yaşlara indirilmesi gerekiyor” diyen Prof. Dr. Erdem Kırkbeşoğlu, Türkiye’deki sigortacılık eğitimini ve sigortacılığın geleceğini Qblog’a anlattı.
Ülkemizin bu alanda ilk profesörü oldunuz. Nasıl bir süreçti sizin için?
Bir akademisyen olarak profesör unvanı almak çok değerli. Eminim her akademisyen için böyledir ancak benim açımdan durum biraz daha farklı. Bir süredir ülkemizde sigortacılık alanında akademik çalışmalar yürütülüyordu fakat çok zengin bir alan değildi. Lisans düzeyinde programların olduğu ancak yüksek lisans ya da doktora seviyesinde derece alabilmenin mümkün olmadığı bir alandı. Üniversitede bilinçli bir tercih yapmama rağmen kariyerime başladığım zamanlar benim için endişe vericiydi. Yüksek lisans ya da doktora yapabilme şansım olmadığından ilerlemekte zorlandım. Dolayısla sigortacılığa yakın olan demografi alanında yüksek lisansı yaptım ama sigortacılıktan da kopmadım.
2000’lerin başı, sektördekiler kadar akademisyenler için de zordu. Bu dönem tek başınıza akademik çalışmalar yürütmek durumunda kaldığınız dönemlerdi. Bu çok kolay bir şey değil, çünkü akademisyenlikte usta-çırak ilişkisi oluyor. Eğer doçent ya da profesör bir hoca size destek oluyorsa önünüz açılıyor. Fakat o yıllarda bu alanda yetişmiş profesörlerimiz olmadığı için kendi çabalarımızla bir şeyler yapmaya çalıştık. Hiç ümitsizliğe kapılmadım. 2016 senesinde YÖK sigortacılık doçentliğini kabul etti ve daha sonra profesörlük geldi. Burada önemli olan unvan değil içini de doldurabilmek aynı zamanda.
Sigortacılığın bilim olarak kabul edilmesi hakkında neler söylemek istersiniz?
Sigortacılığın bilim olarak kabul edilmesi en başından beri istediğimiz bir şeydi. Çünkü İngiltere ve ABD gibi ülkelerde bu alanda çalışan profesörler var. Hocalarımızın da çalışmaları sayesinde 2016 senesinde sigortacılık bilim olarak ülkemizde de kabul edildi. 2017 senesinde de ilk doçentler alana kazandırıldı. Doçentlik olduğu zaman, alttan yetişen akademisyenler kendilerine bir yol haritası çizebildi. Önceden bu olmadığı için sigortacılık alanında başlayan akademisyenler yön değiştirmek zorunda kalmıştı. Doçentlik geldikten sonra işler çok daha kolaylaştı. Doktora programları açıldığı için akademisyen yetiştirebilmeye başlandı. O nedenle bizim için çok değerli.
Bu mesleği seçmek isteyen ve akademik kariyer yapmak isteyenlere neler söylemek istersiniz?
Ülkemizde 250 üniversite var ve sayısı gitgide çoğalıyor. Üniversite diplomasına sahip olmak meşruiyetini kaybetmeye başladı. Tek başına diploma sahibi olmak yeterli değil. Özellikle sigortacılık okuyan öğrencilerin, öğrencilik yıllarından itibaren sektöre olan ilgileri çok önemli. Dünyadaki ve Türkiye‘deki gelişmeleri, sektördeki ve ekonomideki değişimleri yakından takip etmeliler. Ayrıca sigortacılık alanında yazılmış kitapları bolca okumalılar. Yeni neslin ne yazık ki en büyük problemi okuma yapmıyor olması. Okul hayatı bittiğinde kendilerini kusursuz bir iş hayatı beklemiyor ancak bu alanda ortaya koydukları çaba onları yukarıya taşıyacak.
Ülkemizdeki sigortacılık algısı nasıl? Bu bilinci yerleştirmek / geliştirmek için neler yapılabilir?
Ben sektörü yakından takip etmeye çalışıyorum. Sektör aktörleri bunun için büyük çaba sarf ediyor bunu söylemeliyim. Ancak istediğimiz ivmeyi yakalamak dönemsel olarak zorlaşıyor. Sektörün belli dönemlerde kârlılık elde ettiğini belli dönemlerdeyse zorlandığını görüyoruz. Sektörel açıdan ele alırsak ülkemizde motorlu taşıt sigortaları baskın. Toplam prim üretiminde bu sigorta türü oldukça baskın olduğundan edilen zarar tüm sektöre yansıyabiliyor. Keza kârlar da öyle. Dolayısıyla kâr ve zarar dengesi istikrarlı bir şekilde gitmiyor.
Konuya makro bir açıdan yaklaşırsak buradaki en temel sorun halkımızın kaderci bir bakış açısıyla hareket etmesi. Risk algısının çok düşük olduğunu söyleyebilirim. Bunu çok uzun yıllardır kıramıyoruz. Bu duruma kamu müdahalesi şart. Gözlemlerime göre söyleyebilirim ki ne yazık kı nehir yatağına inşaat yapan bir ülkeyiz, iş kazalarında ilk sıralarda geliyoruz. Hal böyle olunca bu kadar kaderci ve risk algısı düşük bir topluma sigorta satmak gerçekten çok büyük bir başarı. O nedenle ben sorunu acentelerimizde ya da şirketlerimizde görmüyorum. Bu konuda ciddi bir çaba içindeler. İhtiyacımız olan eğitilmiş bir toplum. Burada diplomadan bahsetmiyorum. Kamu otoritesine ihtiyacımız var. Sigorta bilincinin oluşması için bu eğitimin küçük yaşlara indirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Risk Yönetimi ve Sigortacılık kitabı projesi nasıl doğdu? Hangi açıdan bu kitaba bir ders kitabı diyebiliriz?
Ülkemizde yeterli kaynağı bulamama problemi vardı. Olsa bile yeterli değildi. Mevcut kaynakların sayısı az olmakla birlikte kaynaklar nitelikli de değil. Burada kastettiğim, rehber bir kitabı yazabilmenin bilimsel bir doygunluk gerektirdiği. Herkes bu dönem kitap yazabiliyor ancak gerçekten sektörde yer alıp bunu bilimsel bir dille anlatmak gerek. Ben 2000’li yılların başında sektörle alakalı yazılan her türlü kitabı okudum ve okumaya da devam ediyorum. Bir kısmı beni tatmin ederken bir kısmı hiç tatmin etmedi ve bu süreçte aynı ABD’deki ders kitaplarında olduğu gibi ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora için farklı farklı bölümleri olan bir kitaba ihtiyaç duydum. Böyle bir kitap olmadığı için yabancı kaynakları okuyorduk. Böyle bir şey yapabileceğimi düşündüm ve 2014’te Risk Yönetimi ve Sigortacılık kitabının ilk baskısını yaptık.
Kitabın editörü benim, A’dan Z’ye tüm bölümleri ben belirlerdim ama içeriğini sektörde gerçekten işini ehliyle yapan isimler yazdı. Akademisyenleri ve sektörde akademik yanı güçlü isimleri bir araya toplamaya çalıştım. Son olarak 2022’nin başında kitabımızın üçüncü baskısı çıktı.
Sigorta sektörünün geleceği nasıl şekillenecek? Sektörü neler bekliyor?
Dilerseniz dijitalleşme ekseninde bakalım. Dijitalleşme, sigorta sektörü tarafından çoğu zaman yanlış anlaşılıyor. Aslında dijitalleşme bizim halihazırda içinde bulunduğumuz bir süreç. Aynı şekilde çoğu zaman acentelerimiz tarafından da yanlış algılanıyor. Acenteler artık poliçe kesmeyecek sadece dijital kanallar kullanılacak şeklinde bir düşünce var. Aslıda dijitalleşme iş sürecinin omurgası. Sigortacılık faaliyetlerini sürdürürken dijitalden yararlanırız ki işimiz kolaylaşsın. Bu yüzden dijitalleşme çok önemli. Operasyonel süreçlerimizi kısaltıyor ve daha etkili kılıyor.
Sigortacılık riskin hesaplandığı ve riskin sigortalıdan devralındığı bir alan. Bu sistemde sigortacı için kritik noktalar var. Bunlardan bir tanesi primi doğru belirleyebilmek, bir diğeri hasarı önceden kestirebilmek veyahut maliyetleri yönetebilmek gibi. Dolayısıyla dijital bu aşamaların her birini oldukça kolaylaştırıyor. Gündem değişiyor ve değiştikçe sigortaya olan ihtiyaç da değişiyor. Örneğin biz düne kadar finansal sigortalardan bahsetmiyorduk. Sigorta şirketlerinin bankaların yaptığı birçok işi yapabildiğini görüyoruz.
Benzer şekilde dünyadaki sigortacılar iklim değişikliği üzerine çalışıyorlar ki sigorta dünyasını günümüzde en çok meşgul eden konu bu. Risk transfer sistemlerine alternatif yollar aranıyor. Katastrofik swap ve tahvillerin oluşturulduğunu görüyoruz. Özetle dijitalin en önemli özelliği doğru veridir ve bu veriye ulaşırsanız doğru fiyatlandırma yaparsınız. Bu hususta insanların davranışlarını daha doğru ve rahat bir şekilde öngörebiliyorsanız risklerini tahmin etmek de o kadar kolaylaşır.