Murat Ülker, Türk iş adamları içerisinde müstesna bir yere sahip. Babasından devraldığı Ülker’i küresel bir gıda devine dönüştürmeyi başardı. Murat Ülker, aynı zamanda sahip olduğu entelektüel birikimle de kendi internet sitesinden çevresine aydınlatmayı sürdürüyor.
Yakın takipçilerinden biri olarak yazılarını kaçırmamaya gayret ediyorum. 16 Temmuz 2023 günü ”Zenginin malı, züğürdün komplosudur!” Başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazı aynı zamanda birkaç kitabın kendi penceresinden analizini de içeriyor.
Yazının başlangıcında, referans olarak aldığı, gazeteci Mustafa Karaalioğlu’nun Karar Gazetesi’ndeki köşe yazısının tümünü alıntılayarak yazısının geri kalanını bu çatı altına yerleştiriyor. Ne diyor Mustafa Karaalioğlu? İktidarı yönetenlerin, komplo teorileri üzerinden ortak bir dış düşman yaratarak aslında başaramadıkları her şeyin sorumlusu olarak dış güçleri ve batıyı gösterme olgusunu ağır bir şekilde eleştiriyor. Haklı olabilir.
Murat Ülker’in bu yazıyı referans alarak ve okuduğu 3 kitap üzerinden, küresel güçleri ve Rothschild ailesini merkeze alarak, 1838 Baltalimanı Anlaşması’ndan başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlanma süreci, Filistin topraklarının satılması, II. Abdülhamid’in Rothschild ailesi ve temsilcileri ile ilişkilerini değerlendiriyor. Gerçekten entelektüel düzeyi oldukça yüksek bir yazı.
Fakat yazının temelinde savunduğu teze itirazım var. Makalenin temel iddiasına göre, komplo teorilerinin bir ulusu, hakikati aramaktan uzaklaştıracağı, gerçekte küresel güçler yada ailelerin dünya siyaseti ve ekonomisi üzerinde abartıldığı kadar bir etkisi olmadığını belirtiyor. Öte yandan, Rothschild ailesinin de ticaretlerinin peşinde olarak, kendi ırk ve dindaşlarının, yurt edinmelerine yardım etmelerinin son derece doğal olduğunu anlamına gelen tezler ortaya koymuş. İşte bu özete itiraz ediyorum. Çünkü, kendi Youtube videosunda, Cola Turka hikayesini anlatırken küresel rakiplerinin, bir ülkenin (Türkiye) bakanına talimat vererek, henüz kurulmuş olan potansiyel yerli rakibini nasıl ortadan kaldırdığını, yani bizzat başına gelen bir hadiseyi anlatan birisinin, nasıl olup da bu içerikte bir makaleyi yazabiliyor olduğuna şaşırmamak mümkün değil. Aşağıda, linkini paylaştığım, videonun 5-12 dakika aralığını seyrederseniz, elbette dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı’nı ve hükümeti eleştirirken, acaba bu talimatı verdiren küresel güçlerin, yani deyim yerindeyse hırsızın hiç mi suçu yoktu?
Öncelikle, küreselciler, farklı bir ifade ile küresel aileler dünya siyaset ve ekonomisini nasıl yönetiyor yada yönlendiriyor sorusuna yanıt arayalım.
Aslında küreselleşmeyi, doğudan batıya 2.000 yıl önceden başlayan ticaretin, sanayi devriminin gerçekleşmesinin ardından esaslı bir ivme kazanması ve 20. yüzyıldaki dijital teknolojideki patlamanın ardından çok daha farklı bir boyut kazanması olarak tanımlayabiliriz. Sermayenin, malların, hizmetlerin, hızla serbestçe dolaşması sürecinde, güçlü markaların doğrudan yada dolaylı iştirakçisi olan ailelerin ülke siyasetleri ve ekonomileri üzerindeki etki alanlarını genişlettiklerini görüyoruz. Burada yine küreselleşme olgusunu dinsel, kültürel ekonomik, siyasi boyutu ve tüm bunların tarihsel evriminden ayrı tutamayız. Örneğin 19. yüzyılda İngilizlerin İspanyol, Portekizli, Hollandalı denizcileri kullanarak Afrika’dan aldıkları köleleri Amerika kıtasına taşıyıp orada özellikle Güney Amerika’da pamuk tarlalarında çalıştırıp sadece patatesle besleyerek, inanılmaz ucuz hammadde avantajıyla elde edilen pamukları yine İngiltere’ye taşıyıp, tekstil fabrikalarında kumaş üreterek dünyaya satmaları mekanizmasını düşünün. Bugün ise, yine büyük markaların tasarladıkları spor ayakkabılarını Çin ve Vietnam’daki fabrikalara e-posta olarak gönderip, 5 $’a mal ettikleri, ayakkabıları kendi perakendecilerine 50 $’a verdikleri mekanizma aslında pek farklı değil. Geçmişle, bugün arasındaki insan ve üretim ilişkisindeki kapitalizmin çatısını oluşturan emperyalizmin temel felsefesinde değişiklik olmadığı bir gerçek. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren emperyalizmin desteği ve koruyucu şemsiyesi altındaki küresel sermaye çok hızlı büyüdü. Batı, yani Kuzey Amerika ve Avrupa, küreselleşme çağında emperyalizmin öznesi olarak karşımıza çıkıyor. Küresel mekanizmayı bugüne kadar sürdüren ve sürmesi için her yola başvuracak sermaye sahipleri kimdir diye sorarsanız dünya çapında 200 küsur aileyi sıralayabiliriz. Listeyi biraz daha küçültüp örneğin ilk 30’a geldiğinizde ve komplo teorilerini bir tarafa bırakarak etki alanlarına baktığımızda inanılması güç gerçeklerle karşılaşıyoruz.
İkinci Dünya Savaşı, soğuk savaş dönemi, ABD’nin yükselişi, doların rezerv para olması, 1970’lerden itibaren Çin’in üretim merkezine dönüştürülmesi, 91’de Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla birlikte Amerika’nın Nato üzerinden dünyadaki tek emperyal güç haline gelmesinin ardından, ABD’nin güç dengelerini biraz daha anlamaya çalışalım.
Aileler+Lobiler, Temsilciler Meclisi +Senato, Pentagon ve Başkan. Bu dengelerde biraz sadeleşme ihtiyacımız var. ABD’nin küresel bir güç haline gelmesinde, başta silah olmak üzere, enerji, ilaç, teknoloji ve finans lobilerinin zaten bu ailelere ait olduğunu ve ailelerin kongredeki temsilcileri tarafından yönetildiğini kabul etmeliyiz. Bir başka sadeleşmeyi de Pentagon için yaparsak: İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, demokrasi masalının ardında devlet aygıtını gerçekte yöneten, CIA, Adalet Bakanlığı, FBI, NSA, Darpa, Nasa ve hatta büyük ölçüde dışişleri bakanlığını kontrolünde tutan inanılmaz bir güçten söz ediyoruz. Başkan, Birleşik Devletler’de ki müesses nizamı kolay kolay değiştiremez. Örneğin Çin’e ticaret savaşları açarak Çin’den gelen mallara ağır vergiler koyan Trump’ın geri adım atması; yada Suudi Arabistan’a mesafeli duran Biden’ın tıpış tıpış ayaklarına gitmesi gibi. Çünkü müesses nizamı devlet aygıtı pentagon ve aileler birlikte korur. Birleşik Devletler’deki yasama organı kongre ve onay meclisi Senato’nun tüm üyeleri, aday olarak öne çıkarılmalarından başlayarak, seçim kampanyasındaki finansal destekler bağlamında ve seçildikten sonra ticari lobiler tarafından yönlendirildiklerinden aslında ailelere hizmet ederler. Aileler ayrıca Amerikan ekonomisini de yönetirler. FED’i oluşturan GSYİH bakımından büyük 12 eyaletteki Federal Reserve bankalarının iştirakçileri yine ailelere ait bankalar, finans şirketleri, büyük teknoloji şirketleridir. İlginçtir tüm Birleşik Devletler’deki bankaları düzenleyen ve denetleyen otorite de bu 12 eyaletteki merkez bankası olup devlet otoritesinden bütünüyle bağımsızdır. Yani ailelerin sahip oldukları bankaları, dolaylı olarak yöneticilerini atadıkları eyaletlerdeki FED’ler denetler. Ayrıca 1913 yılında kurulan Federal Merkez Bankası mevzuatında yıllar içinde yapılan değişikliklerle bütünüyle siyasetten bağımsız hale getirmişlerdir. Öte yandan eyaletlerdeki bankalardan atanan Washington D.C. merkezi FED Guvernörler Kurulu’ndaki görev süresi 14 yıl gibi uzun bir süre olup, tüm ekonomiye yön veren kararları ailelerin çıkarlarını gözeterek alırlar. Tüm dünyada merkez bankalarının bağımsızlığını savunurken, bu gerçeği göz önüne almalıyız.
Şimdi güç unsurlarını biraz daha konsolide edersek karşılıklı iki güç kalıyor. Biri devlet aygıtını elinde bulunduran Pentagon, yani bir nevi askeri oligarşi, bir diğeri aileler. Bu iki güç unsuru, bugün Amerika’da yaşandığı üzere zaman zaman çatışırlar. Somut bir örnekle açıklayalım. Biliyorsunuz 2020 Başkanlık seçimlerinde Biden’ı aileler yoğun bir şekilde destekleyerek ellerindeki tüm medya ve iletişim gücünü etkin bir şekilde kullandılar. Biden kendi destekçilerinden aldığı talimatla kampanya süresince hedefine ailelerin üretim üssü Çin’i değil Rusya’yı koydu. Pentagon, Biden’ın iktidara geldiği ilk günlerde, Çin’in tek kutuplu dünyanın sonunu getirecek rakibi olabileceği potansiyelini gözeterek Biden’a açık bir ders verdi. 6 Ocak 2021 günü bir grup Trump taraftarı Amerikan kongresi oturumda iken kongreyi bastı. Yukarıda saydığım devlet aygıtını elinde bulunduran FBI, NSA gibi sofistike istihbarat enstrümanlarını elinde bulunduran bir polis devletinin bu niyeti, oluşumu ya da bu hareketi fark etmemesi buna ilişkin bir önlem almaması mümkün değil. Bu aslında, Biden’a açık bir şekilde, “Bütünüyle küreselcilerin yani ailelerin politikasına sahip çıkarsan seni korumam.” mesajıydı.
Peki aileler ile Pentagon arasındaki dengeler açısından görüş farklılığı neydi?
Küreselciler/Aileler tek kutuplu dünya konusunda Pentagon ile mutabıkken Amerika’nın bir ulus devlete evrilmesinin ve dünyada yükselen milliyetçilik dolayısıyla ulus devlet akımlarının kendi küresel ticaretlerine büyük ölçüde zarar vereceğini düşünüyor. Çünkü ulus devletler olabildiğince tüketim mallarını kendileri üretip dışa bağımlılıktan kurtulmak isterler. Örneğin IPhone telefonunun Amerika’da üretilmesi seçeneği Apple’ın maliyetini ikiye katlar. Bu ise, dolaylı fonlar üzerinden Apple’ın ortağı olan ailelerin kabul edeceği bir şey değil. Bakın Trump Çinden İthal edilen spor malzemelerine %25 vergi koyduğunda dört markanın (Nike, Adidas, Under Armour ve Puma) CEO’ları batarız tehdidi üzerinden Trump’a mektup yazdılar. Tabi Trump geri adım atmak zorunda kaldı.
Dolayısıyla, sayın Ülker’i bu içerikte bir makale yazmaya iten motivasyonun, Godiva’nın ardından United Biscuits satın almak suretiyle dünyanın ikinci büyük bisküvi üreticisi haline gelmesi olarak değerlendirirken, küresel kulübün bir üyesi olmasının göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Peki aileler başka ne istiyorlar? Aileler, özellikle Milenyum sonrası kuşaklar üzerinde yoğun bir etki yaratarak, vatanseverlik, ulusalcılık ve bunları destekleyen milliyetçilik gibi akımlardan kopuk bir neslin ortaya çıkmasına odaklandılar. Hatta, peşinde koşacağınız ideoloji istiyorsanız alın size küresel ısınma ve LGBTİ gibi iki tane evrensel siyasi savunuyu gençlerin önüne koyarak, bununla oyalanın diyorlar. Artık tematik kanallar dahil televizyonların yavaş yavaş bittiği, streamline platformların yaygınlaştığı dönemde Türkçe dizilere bakın. Aileler, sahibi oldukları Netflix, Amazon Prime, Disney + gibi platformlar üzerinden hem para kazanırken hem de subliminal propagandalarını yapıyorlar. Azınlıklara 3. Sınıf insan muamelesi yapan Türk Entelijansiyası’nı anlatan KULÜP, kurtardıkları kendi vatandaşına kötü muamele eden Türk denizaltı bahriye subaylarının yer aldığı YAKAMOZ S-245, evinde eşinin ölümünü beklerken bakıcı kadınla ilişkiye giren baba figürünün yer aldığı UYSALLAR gibi diziler üzerinden bir nesli aslında kültürel ve milli değerlerinden uzaklaştırmayı amaçlıyorlar.
Dolayısıyla bugün küresel ailelerin ekonomiler ve siyaset üzerindeki etkisini hafife almak yok saymak ya da “dıj güjler” şeklinde tiye alarak önemsizleştirmek derin analizler yapmaktan kaçmak anlamına geliyor.
Ayrıca bu güç unsurları dijital, yazılı ve görsel iletişim araçlarını da ellerinde bulunduruyor. Örneğin Murdoch ailesi, ABD, İngilitere, Avustralya’da medya gücünü elinde bulundururken Türkiye’de mualif bir TV’ye sahip olduğunu da unutmayalım. Reuters Kanada kökenli Thomson ailesi tarafından satın alındı. Reuters neredeyse tüm ekonomi dünyasının ilk haber kaynağıdır.
Almanya’daki Axel Springer’in sahibi olduğu Bild, Die Welt, Der Spigel, Politico Europe, Business Insiders gibi yayın organları ile, Avrupa’nın en büyük yayın kuruluşudur. Springer Ailesi, 2. Dünya savaşı sonrası ABD ile el sıkıştığından, yayın politikasında, Almanya’nın bağımlılığı, Nato yada ABD’nin küresel çıkarları ile çelişmez.
Aileler, özellikle gelişmiş Batı ülkelerinin yönetimlerinin değişmesinde ne kadar etkili sorusuna yanıt arayalım. Aşağıda Financial Times linkini sunduğum gazetenin değerlendirmesinde Macron’nun Cumhurbaşkanlığına gelmesindeki Rothschild ailesinin etkisi üzerindeki yazıyı okumanızı tavsiye ederim. “Yazı içeriğinde, somut bir şey yok. Macron’un geçmişte Rothschild ailesi ile çalışmış olmasını doğrudan bu göreve gelmesi ile ilişkilendiremeyiz.” şeklindeki görüşe itirazım olmaz. Ancak, sosyalist Cumhurbaşkanı Hollande’ın muhalefette iken hiç temas etmediği, sadece bir tavsiye ile, 2012’de önce danışman, iki yıl sonra da ekonomi, endüstri ve dijital işler bakanı yaptığı Macron’un jet hızıyla cumhurbaşkanı olması ilginç değil mi? Rothschild’lerin tarihini okursanız yada izlerseniz, gelişmiş ülkelerdeki operasyonlarında en mutsuz oldukları dönem Mitterand dönemidir.
https://www.ft.com/content/9bd62502-12cf-11e7-b0c1-37e417ee6c76
Aileleri, bugün halen etkilerini sürdüren Habsburg gibi hanedanlıkları ile ülke yönetiminde ve monarşilerde etkin görevler üstlenmiş olanları hariç bırakarak sadece ticari faaliyette bulunmuş olanları irdelersek daha doğru bir çerçeve çizmiş oluruz. Bu bağlamda, küresel güçler ya da küresel aileler gerçeği 14. yy da Floransa’da Medici ailesi ile başlıyor. Ailenin etkinliği sadece İtalya ile sınırlı değil. Katolik dünyasını, Papa’yı ve finansal etkinlikleri ile tüm kıta Avrupa’sını etkisi altına alıyorlar. Aynı zamanda Avrupa sanatının ve Rönesansının en büyük destekçileri. Bu etki yaklaşık 400 yıl sürüyor.
19. yüzyılda sanayi devrimini ve hatta savaşları finanse eden, modern finans enstrümanlarını ilk kez etkin şekilde kullanan Rothschild ailesine ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Zira baba Mayer Amschel Rothschild ile başlayan hanedanlık bugün 21. yüzyılda küresel aileler piramidin en tepesinde etkinliğini sürdürüyor. Dünya’da haklarında, çok fazla efsane ve hikaye yazılan aile için sizlere birkaç somut şey söyleyeyim. Dünya Finansının kalbinin attığı Londra’da yer alan özerk City Of London’un kurduran ve mevzuatını yazdıranlar Rothschild lerdir. ABD’de yüksek seviyede bilinen bir gerçek vardır. Başkan, Washington DC’de ise, Rothschild ailesinin temsilcisine aynı gün mutlaka randevu verir ve yüzyüze görüşür. Türkiye’de -ismini veremeyeceğim-, sahibi oldukları fonlar üzerinden iştirakleri 2 banka ve 2 sigorta şirketleri vardır.
Burada, Rothschild ler dışında ailelerden bazılarından söz etmek istiyorum. Komplo teorilerinden, cabal gibi efsanelerden uzak durarak bu ailelerin küresel çıkarları doğrultusunda birbirleriyle sürekli iletişim ve ilişki içerisinde oldukları gerçeğini de göz ardı etmemeliyiz.
Rockefeller, Amerikan enerji şirketlerinin sahibi ve buna bağlı enerji lobisi üzerinden Amerikan siyasetinin baş aktörlerinden biridir. Amerikan dış ve güvenlik politikasına yön veren çok sayıdaki think tank kuruluşunun kurucusu ve sahip olduğu vakıf üzerinden destekçisidir. Dolayısı ile sadece kongre üzerinden değil bu kuruluşlar üzerinden ABD dış politikasına yön verir. Bu vakıflar, zaman zaman CIA işbirliği ile hedeflerindeki ülkelerdeki iktidar veya muhalefeti, satın aldıkları, yazarlar, akademisyenler ve youtuber lar üzerinden desteklerler.
Cargill ailesi, tohumundan, ürününe kadar dünya tarımını kontrol eder ve yönetir. Cargill, özellikle genetiği değiştirilmiş bitkisel üretim konusunda hakkında çok sayıda spekülasyon olmasına rağmen özellikle ABD, İngiltere, Almanya Fransa gibi ülkelerde ya aleyhlerine hiç dava açılmamış ya da açılan davalar bir şekilde lehlerine sonuçlanmıştır. Türkiye’de de çok sayıda şirketle faaliyette olan şirketi araştırmanızı öneririm.
Alman petrokimya devi Koch ailesinin, özellikle kongre yani Temsilciler Meclisi ve Senato üzerindeki etkisi tartışılmaz.
Lee ailesi Güney Kore’nin 1 numaralı ailesi olup, tüm Güney Kore siyasetine yön verir. Samsung’un sahibidir.
Walton ailesi, Amerikan perakende ticaretinin %30 unu yönetir. Walmart ve diğer iştiraklerinin sahibidir. İsterse ABD tüketici enflasyonuna etki eder denir.
Astor ailesi, Amerikan gayrimenkul piyasasında belirleyici bir role sahiptir.
Morgan ailesi, Rothschild’larla beraber dünya yatırım ve finans piyasasına yön verirler . JP Morgan, Morgan Stanley sahip oldukları sadece 2 bankadır.
ABD’deki S&P, Moody’s, Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının ana hissedarları yine bu ailelerdir.
Sonuç olarak, bu ailelerin siyaset ve ekonomi üzerinde yukarıda açıkladığımız faaliyetleri dünya düzenine yön veren batılı üst düzey siyasetçiler, bürokratlar, şirket sahipleri ve özel sektör üst düzey yöneticiler tarafından gayet iyi bilinir. Bizde ise, bu aile ve küreselcilere atıfla gerçekten tuhaf komplo teorileri üzerinden ya sulandırılır, yada az gelişmişlik sendromu diye tiye alınır.
Oysa, yukarıda linkini verdiğim videoda Sayın Ülker’in bizzat ağzından duyacağınız bu müdahale, her alanda gerçekleşebilir.