Sigorta sektörümüz, nispeten düşük viteste geçirilen yaz ve bayram tatilleri dönemini bitirdi ve son çeyreğe girdi. Artık herkes yılı en iyi nasıl kapatırımın derdine düştü… Önceki yazılarımızda detaylı incelediğimiz gibi, hayat dışı sigorta sektörü bu yıl -(geçmiş yıllardan gelen bedeni dosyalardan kaynaklanan) trafik branşındaki kronik ama düzelmeye başlayan zarar hariç diğer branşların neredeyse hepsinde daha iyi sonuçlar elde etmeye başladı. Durum böyle olunca da geçmiş dokuz ayda fazla bahsedilmeyen ve bitti zannedilen, yakın geçmişteki zararların bilinen tek suçlusu (!) olduğu iddia edilen (aşırı) rekabet tekrar konuşulmaya başlandı. Bu aslında çok ironik bir durum. Zira dolmuş taksi şoförlerine ve plastik sanayicilerine sorsanız, şirketler yeterince rekabet etmiyor, o yüzden de kendilerini sigortalayacak şirket bulamıyorlar!!! Öncelikle ifade etmek gerekir ki rekabetten şikayet etmek, aslında piyasadaki en temel iş yapma tarzını şikayet etmek anlamına geliyor. Çünkü şu anda piyasada var olan tüm şirketler, halihazırdaki portföylerinin çok büyük bir kısmını bir şekilde rekabet yoluyla elde etmiş durumdalar. Ya fiyatı düşürmüşlerdir ya aynı fiyata daha fazla hizmet veya komisyon vermişlerdir, veyahut kendileri değil belki ama bankaları rekabet yoluyla müşteriyi elde edip poliçelerini kendi anlaşmalı şirketlerinden yapmışlardır. Bana soracak olursanız, ben de size aşırı rekabet yüzünden piyasanın bu kadar zarar etmiş olduğunu söylerim. Söylerim söylemesine de sonuç değişmiyor; rekabet devam ediyor ve edecek. O zaman sektörümüzün rekabeti öne sürerek ettiği zararı açıklamaya çalışması, bir yerden sonra tatmin edici olmuyor. Beş yıl öncesini hatırlayınız lütfen. O zaman da rekabetten şikayet vardı, ama yabancı sermaye bir çok şirkete yeni girmişti. Ve deniyordu ki, yabancıların oyuna girmesiyle aşırı rekabet olmayacak, daha mantıklı fiyatlarla poliçe satılacak. Ama o yabancılara ne olduysa oldu, onlar da rekabete ayak uydurdular ve son duruma baktığımızda bazıları başarılı oldu belki ama bazıları da büyük sermaye artırdı, kimisi sert fren yapmak zorunda kaldı, hatta bazılarının tasfiyesi bile konuşulmaya başlandı. Bakınız bu başlık 1972 yılındaki bir Sigorta mecmuasından “Tarife Rejimi ve Rekabet Sorunu”. Bakınız ne demişler bu başlıkta “ Sigortacılıkta rekabetin tarife üzerinde yapılması sigortalıların sigorta şirketlerine karşı güven duygusunu zedeler ve hizmetin kalitesini yıpratarak hangi şirkette daha ucuz tarife bulunduğunu araştırmaya zorlar.” Yani, bizim ilk yazımızın konusu olan klişe kırk yıl önce de varmış: “Fiyatta değil hizmette rekabet”. Peki ne yapalım derseniz, Revlon Cosmetics kurucusu Charles Revson’un sözüne kulak verin derim: “Rekabeti anlamaya çalışmam, onu yenmeye çalışırım.” Peki nasıl yapalım derseniz, Shell’in stratejisti Arie P. de Gaus size yardım edebilir: “Rakiplerinizden daha hızlı öğrenebilme yeteneği, onlara karşı kazanabileceğiniz tek kalıcı avantaj olabilir. “ Dönelim başlığımıza, kabus geri mi geliyor, öldürücü rekabet tekrar mı başlıyor? Cevabım “Pek zannetmiyorum”. Şu an olan, klasik son çeyrek rekabetidir. Devamının geleceğini zannetmem, zira artık pabuç pahalı… Kalın sağlıcakla…….