24 Aralık 2025, Çarşamba
spot_img

“Hedefimiz Türkiye’yi deniz sigortacılığında marka ülke yapmak”

Loading the Elevenlabs Text to Speech AudioNative Player...

Türk P&I Sigorta Genel Müdürü Ufuk Teker, 2025 yılının şirket açısından yalnızca rakamsal büyümeyle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda kurumsal bir dönüşüm ve uluslararası konumlanma yılı olduğunu söyledi. Jeopolitik risklerin kalıcılaştığı küresel ortamda hizmet ihracatı, güçlü reasürans yapısı ve uluslararası yayılım stratejisiyle Türk P&I’nın küresel bir oyuncu konumuna ulaştığına dikkat çeken Teker, “Hedefimiz, Türkiye’yi deniz sigortacılığında uluslararası ölçekte bir marka ülke haline getirmek” dedi.

SİGORTAMEDYA ÖZEL HABER

Küresel deniz ticaretinin savaşlar, jeopolitik gerilimler ve artan güvenlik tehditleriyle yeniden şekillendiği bir dönemde, deniz sigortacılığı stratejik bir kırılma noktasından geçiyor. Bu tablo içinde Türk P&I Sigorta, üretiminin önemli bölümünü yurt dışından sağlayan yapısı, genişleyen uluslararası satış ağı ve İstanbul Finans Merkezi’ndeki konumlanmasıyla Türkiye’nin deniz sigortacılığında küresel bir merkez olma hedefini daha görünür hale getiriyor. Sigorta Ekranı’nda Sigorta Medya Genel Yayın Yönetmeni Can Kantar’ın ağırladığı Türk P&I Sigorta Genel Müdürü Ufuk Teker, artan jeopolitik belirsizliklerin sivil deniz taşımacılığı ve sigortacılık üzerindeki etkilerinden Türk P&I’ın uluslararası büyüme stratejisine; yeni ürün planlarından insan kaynağına dayalı kurumsal dönüşüme kadar sektörün bugünü ve geleceğine ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Şirketin büyüme performansına ilişkin bilgiler veren Teker, üretimlerinin yaklaşık yüzde 65’inin yabancı müşterilerden kaynaklandığını söyledi. 2025 yılını yaklaşık 75 milyon dolarlık prim üretimiyle kapatmayı öngördüklerini ifade eden Teker, kısa vadeli hedeflerinin 100 milyon dolarlık üretim seviyesine ulaşmak olduğunu açıkladı. Türk P&I’ın hali hazırda 17-18 ülkede aktif olarak ürün sunduğunu belirten Teker, uluslararası satış ağının her geçen gün genişlediğini ve şirketin küresel bir deniz sigortacısı olma yolunda hızla ilerlediğini vurguladı.

Türk P&I küresel bir oyuncu haline geldi

Kuruluş yıllarında Türk P&I’a yönelik önyargılarla karşılaştıklarını anlatan Teker, bugün gelinen noktada bu algının tamamen değiştiğini söyledi. İlk yıllarda şirketin coğrafi sınırlarının sorgulandığını hatırlatan Teker, “Artık Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Uzakdoğu’dan Akdeniz’e kadar çok geniş bir coğrafyada temaslar yürütüyoruz. Türk P&I, bugün uluslararası platformlarda ağırlığı olan bir şirket. Rotasını önceden belirleyen bir denizci anlayışıyla hareket ediyoruz” ifadelerini kullandı. Teker, Türk P&I’ın faaliyet gösterdiği alanın niş bir sektör olduğunu vurgulayarak Türkiye’de konvansiyonel sigortacılığın ana rekabet alanlarını oluşturan motor, yangın, mühendislik ve sağlık sigortaları gibi branşlarda yer almadıklarını ifade etti. Bu nedenle sektörün kemikleşmiş sorunlarının büyük bölümünün dışında kaldıklarını belirten Teker, kendi rotalarını çizerek kendi pazarlarını ve pastalarını oluşturmaya odaklandıklarını söyledi. Türkiye’de henüz yeterince gelişmemiş olan deniz sigortaları alanını büyütmeyi hedeflediklerini dile getiren Teker, İstanbul Finans Merkezi’nin doğasıyla uyumlu şekilde uluslararası deniz sigortacılığı içinde Türkiye pazarına kalıcı ve güçlü bir yer kazandırmayı amaçladıklarını kaydetti. Bugün dünyada İskandinav, İngiliz ve İtalyan pazarlarının öne çıktığını hatırlatan Teker, “Ana hedefimiz Türkiye’de birkaç şirketle birlikte bir tekne makine sigortası kapasitesi oluşturarak hem yurt içindeki sigortalılara hizmet vermek hem de bu kapasiteyi uluslararası pazarlara sunmak. Bu yaklaşım aynı zamanda bir hizmet ihracı anlamına geliyor” dedi. Bu hedef doğrultusunda ilgili otoritelerle yakın temas halinde olduklarını ifade eden Teker, “Kamu tarafı öncelikli olarak Türkiye sigortacılığının genel ve köklü sorunlarına odaklansa da niş alanlarda gündeme gelen taleplere de hızlı ve yapıcı şekilde destek veriyor. Türk deniz sigortacılığını güçlendirmek, uluslararası alanda bilinirliğini artırmak ve Türkiye’yi bu alanda pozitif anlamda marka haline getirmek için tüm imkânlarımızla çalışmaya devam edeceğiz” diye konuştu.

Reasürans yapımız güçlü, teminat sağlanabiliyor

Teker, P&I branşında reasürans anlaşmasının yenilenme sürecinde sona yaklaşıldığını ve son rötuşların yapıldığını belirterek avantajlı bir anlaşmaya imza atmak üzere olduklarını söyledi. P&I tarafında güçlü ve rekabetçi bir yapı oluşturulduğunu vurgulayan Teker, bölgesel riskler nedeniyle gündeme gelen harp sigortalarının hem P&I hem de tekne sigortalarında istisna kapsamında yer aldığını hatırlattı. Bu nedenle savaş rizikolarına karşı teminatın, bölgeye giden armatörler ve yük sahipleri tarafından kargo sigortalarına ek olarak ayrıca satın alınması gerektiğini ifade etti.

Kurulan yapının önemli avantajlar sunduğunu dile getiren Teker, “Savaş riskleri dâhil teminat sağlanabiliyor ancak maliyetler giderek artıyor. Sigorta temininde şu aşamada bir engel bulunmuyor; buna karşın primler henüz dengeye oturmuş değil. Süreci anlık ve yakından izliyoruz. Sivil deniz taşımacılığına yönelik saldırıların sona ermesini ve öncelikle politik düzeyde bir uzlaşmaya varılmasını yürekten arzu ediyoruz” dedi.

Dünya deniz sigortacılığının ana gündemi belirsizlik

Dünya Deniz Sigortacıları Birliği (IUMI) toplantılarına düzenli olarak katıldığını belirten Teker, küresel deniz sigortacılığının ana gündem maddesinin belirsizlik haline geldiğini söyledi. Bu belirsizliğin temelinde jeopolitik risklerin yer aldığını vurgulayan Teker, artan savaşlar ve siyasi gerilimlerin hasar frekanslarını ciddi biçimde yükselttiğini, belirsizliğin ise artık sektör için “yeni normal” olarak kabul edildiğini ifade etti. Bu tablonun, sigorta şirketlerinin risk yönetimi ve fiyatlama politikalarını doğrudan etkilediğine dikkat çekti. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada aynı anda birden fazla risk başlığıyla karşı karşıya kalındığını dile getiren Teker, savaşların yanı sıra ambargoların da denizcilik ve sigortacılık açısından önemli bir risk alanı oluşturduğunu belirtti. Bu çerçevede, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye’nin en kritik uluslararası dayanaklarından biri olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne işaret eden Teker, sözleşmenin Türk Boğazları’nın güvenliğini sağlamanın ötesinde Karadeniz’de yaklaşık bir asır boyunca barış ve istikrar ortamına katkı sunduğunu vurguladı. Savaş gemilerine yönelik tonaj ve geçiş kısıtlamaları sayesinde Karadeniz’in uzun yıllar “barış gölü” niteliği taşıdığını hatırlatan Teker, bu hassas dengenin kamuoyu ve devlet nezdinde en üst düzeyde korunması gerektiğini ifade etti.

Karadeniz ve Kızıldeniz sivil denizcilik için yüksek risk taşıyor

Jeopolitik gelişmelerin deniz ticareti üzerindeki etkilerine dikkat çeken Teker, Kızıldeniz’deki saldırıların Süveyş Kanalı’nı kullanan ticari gemiler üzerinde ciddi bir baskı yarattığını söyledi. Bu hatta geçiş yapamayan gemilerin maliyetlerinin iki katından fazla arttığını belirten Teker, bunun küresel enflasyona yüz milyarlarca dolarlık ek yük bindirdiğini ifade etti. Karadeniz’in de giderek daha karmaşık bir güvenlik ortamına sürüklendiğini vurgulayan Teker, askeri unsurlardan ziyade sivil deniz taşımacılığının doğrudan hedef haline geldiğini dile getirdi. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonrasında Yemen’deki Husilerin Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı hattında sivil gemilere yönelik denizden ve havadan gerçekleştirdiği saldırıların küresel ticareti derinden sarstığını hatırlatan Teker, çok sayıda geminin battığını ya da ağır hasar gördüğünü, bu rotayı kullanan gemilerin yaklaşık yarısının güzergâh değiştirmek zorunda kaldığını söyledi. Süveyş Kanalı’nın devre dışı kalmasının Akdeniz ve Avrupa’ya taşımayı süre ve maliyet açısından iki katından fazla artırdığını belirten Teker, bunun dünya ekonomisi üzerinde ciddi bir enflasyonist baskı yarattığını kaydetti. Son dönemde Kızıldeniz ve Aden Körfezi’nde kısmi bir rahatlama beklentisi oluşsa da Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle Karadeniz’de sivil filonun yeniden ağır risklerle karşı karşıya kaldığını vurgulayan Teker, savaşın ilk aşamasında 100’ün üzerinde ticari geminin limanlarda alıkonulmasının deniz sigortacılarına milyarlarca dolarlık maliyet doğurduğunu hatırlattı. Ardından insansız deniz araçları ve dronlarla sivil gemilere yönelik saldırıların başladığını belirten Teker, Türk bayraklı olmasa dahi Türk sahipli birçok geminin hedef alındığını ve ciddi hasarlar meydana geldiğini söyledi. Hâlen yeni vakaların yaşandığını, tespit edilebilen 7–8 ciddi hadisenin bulunduğunu aktaran Teker, bu gelişmelerin sigorta primlerini yükselttiğini ve teminat bulmayı giderek zorlaştırdığını, mevcut tablonun denizcilik ve sigortacılık açısından son derece kırılgan bir noktaya ulaştığını ifade etti.

Sivil denizcilik olmadan küresel yaşam sürdürülemez

Sivil deniz taşımacılığının küresel ekonomi açısından hayati öneme sahip olduğunu vurgulayan Teker, denizciliğin durması hâlinde dünyanın yarısının açlıkla, diğer yarısının ise soğukla karşı karşıya kalacağını söyledi. Petrol, kömür, buğday, gübre ve konteyner taşımacılığının büyük ölçüde deniz yoluyla yapıldığını hatırlatan Teker, modern yaşamın deniz ticareti olmadan mümkün olmadığını ifade ederek, “Sivil denizciliğe yönelik her saldırı tüm dünya düzenini tehdit ediyor. Mevcut tablo sürdürülebilir değil” diye konuştu. Teker, bu sürecin hem küresel ticaret hem de sigortacılık açısından sürdürülebilir olmadığını, bu nedenle mevcut düzenin bu şekilde devam edemeyeceğini öngördüklerini sözlerine ekledi.

2026 yeni ürünler ve yeni sorumluluk alanlarıyla gelecek

2026 yılına güçlü ürünlerle gireceklerini belirten Teker, yatçılığa özel olarak geliştirdikleri “Yat 360” ürününü yılın ilk günlerinde piyasaya sunacaklarını söyledi. Deniz turizminin Türkiye için stratejik bir alan olduğunu ifade eden Teker, yüksek teminat limitleriyle yat sahiplerini kapsamlı şekilde korumayı hedeflediklerini belirtti. Bunun yanı sıra tersane sorumlulukları, marinalar, liman ve terminaller, kıyı tesisleri ve deniz acentelerine yönelik yeni sorumluluk sigortalarıyla da pazarda daha aktif olacaklarını aktardı.

500 milyon dolarlık teminat ciddiyet gerektirir

Teker, Türk P&I olarak acente sayısında belirgin bir artış gözlemlediklerini belirterek özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde aktif olan acentelerin kendileriyle temas kurduğunu ifade etti. Branşta faal, teknik yeterliliğe sahip ve gerekli şartları yerine getiren acentelerle çalışmayı tercih ettiklerini vurgulayan Teker, bu yaklaşımın sağlanan teminatların büyüklüğü ve niteliği açısından zorunlu olduğunu dile getirdi. Broker tarafında ise deniz sigortaları konusunda uzman ekiplerle çalıştıklarını belirten Teker, brokerlerin müşterileri teknik olarak hazırlayarak Türk P&I’a yönlendirdiğini ve sunulan yüksek sorumluluk teminatlarının bilincinde olduklarını söyledi. Teknik bilgiye ve yeterli ekibe sahip olmayan acentelerle çalışmayı tercih etmediklerini açıkça ifade eden Teker, sağladıkları teminatın 500 milyon dolar gibi son derece yüksek bir tutar olduğuna dikkat çekerek, bu büyüklükte bir riskin kontrolsüz ve yeterince anlaşılmadan yönetilemeyeceğini vurguladı. Bu nedenle dağıtım kanalında belirli bir disiplin ve kontrol mekanizmasını özellikle koruduklarını kaydetti.

ESG artık bir zorunluluk

Teker, çevresel hassasiyetlerin artık yalnızca Türk P&I’a özgü bir yaklaşım olmadığını, dünya deniz sigortacılığında güçlü bir inisiyatif haline geldiğini vurguladı. Küresel ölçekte deniz sigortacılığının, finans sektörüyle birlikte çevresel duyarlılığın adeta “jandarması” konumuna gelmeye başladığını belirten Teker, gemilerin karbon emisyonu kriterlerini karşılamaması halinde çeşitli yaptırımlarla karşılaşabildiğini ifade etti. Henüz bayrak ve liman devletleri tarafından resmî yaptırımlar sınırlı olsa da bu alanda öncü rolü deniz sigortacılarının üstlendiğini dile getiren Teker, yeterli çevresel kriterleri sağlamayan deniz araçlarına teminat verilmemesi yönünde bir eğilimin güçlendiğini söyledi. Türk P&I olarak bu gelişmeleri yakından takip ettiklerini ve önümüzdeki dönemde bu konunun ajandalarının önemli başlıklarından biri olacağını kaydeden Teker, uluslararası bir şirket olmanın gereği olarak Birleşmiş Milletler’in önemsediği ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) kriterlerini de temel hedefleri arasına aldıklarını belirtti. Rüşvetle mücadeleden cinsiyet ayrımcılığına kadar geniş bir çerçeveyi kapsayan bu kriterler doğrultusunda, Türk P&I’ın bu yıl itibarıyla ESG raporlamasına başlayacağını açıklayan Teker, faaliyetlerin ölçülebilir hale getirilerek kamuoyuyla şeffaf biçimde paylaşılmasını hedeflediklerini ifade etti. Bu alanda kendilerini bilinçli olarak zorladıklarını belirten Teker, sosyal sorumluluk projelerinde de mümkün olan en geniş şekilde yer alarak kurumsal katkıyı artırmayı amaçladıklarını sözlerine ekledi.

Sigorta Ekranı:

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

SON EKLENEN HABERLER