27 Haziran tarihinde Cezayir asıllı Nael M.’nin Fransız polisi tarafından öldürülmesinin ardından başlayan sokak eylemlerinin ardından Fransa’da yaşananları değerlendiren Özer Şimşek, ülkenin geleceğine ilişkin görüşlerini paylaştı.
Sigorta Medya Odak Noktası Yazarı Özer Şimşek
Fransa’nın bilim, teknoloji, ticari alanlarında her zaman ilk akla gelen ülkelerden biri olduğunu söyleyen Şimşek, ülkenin söz konusu alanlardaki üstünlüklerini 21. yüzyılda sürdürmesinin zor olduğunu belirterek “Süreç ve sonuç odaklılık tartışması içerisinde tüm yaşam biçimlerini sürece ve sofistikasyona adayan bir millet aklının, hızın en kritik parametre olduğu gerçeği göz önüne alındığında bilgi teknolojileri çağında başarılı olması oldukça güç” dedi.
Şimşek’in Fransa’nın 2030 itibariyle Avrupa Birliği’nin en sorunlu ülkesi olabileceğini ifade ettiği yazısının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
27 Haziran günü, 17 yaşındaki Cezayir asıllı Nael M.’nin Fransız polisi tarafından öldürülmesinin ardından ortaya çıkan sokak eylemleri durulmuş görünüyor. Muhtemeldir ki önümüzdeki birkaç hafta içinde bütünüyle sönümlenecek.
Fransa’yı yönetenlerin yaşanan olaylara,“68 milyonluk ülkede yaklaşık 7 milyon Afrika ve orta doğu kökenli Fransız vatandaşı, içinde bulundukları koşullar nedeniyle ara sıra baş kaldırıyor ama sonra her şey normale dönüyor” şeklinde bakmadıkları çok açık. Çünkü Fransız toplumu derin devlet geleneği ve buna bağlı devlet aklı olan bir ülke. Nitekim sadece Müslüman kökenli kitlenin nüfus artış hızı dolayısı ile 2050’de çoğunluğu kaybedecekleri endişesini taşıdıklarını biliyoruz. Öte yandan Sahra altında ve Kuzey Afrika’daki pozisyonlarını büyük ölçüde kaybettiklerini ve Amerika’nın zaman zaman küresel dengeler dolayısıyla sosyal medya üzerinden sarı yelekler olayında olduğu gibi istihbarı faaliyette bulunduğunun farkındalar.
Ne ki sahip oldukları mavi kan kibri nedeniyle Fransız ekolünün artık bir karşılığı olmadığının farkında değiller.
Fransız ekolü dediğiniz zaman içine çok sayıda değeri sığdırmak mümkün. Sofistikasyon gerektiren bilim, teknoloji, ticari alan söz konusu olduğunda her zaman ilk akla gelen ülkelerden biridir Fransa. Örneğin havacılık, nükleer enerji, roket bilimi, uzay, parfümeri, moda, kozmetik. Bu alanlarda, onlarca yıl, dünyanın sayılı ülkelerinden biri olma iddiasını sürdürebildiler. Ülkelerin hayatlarında, 10 yıllar kısa denebilecek zaman aralıkları olduğundan 20. yüzyıldaki üstünlüklerini 21. yüzyılda sürdürmeleri zor görünüyor. Nitekim, süreç ve sonuç odaklılık tartışması içerisinde tüm yaşam biçimlerini sürece ve sofistikasyona adayan bir millet aklının, hızın en kritik parametre olduğu gerçeği göz önüne alındığında bilgi teknolojileri çağında başarılı olması oldukça güç.
Bakın iki örnekle açıklayayım. Dünyanın sayılı savunma sanayi ihracatçılarından ve havacılık devlerinden biri olan Fransa, henüz 5. nesil bir uçak geliştiremediği gibi Drone teknolojisinde yeterli olamadı. Diğer bir örnek olarak, Avustralya Hükümeti, 12 adet nükleer denizaltıyı üretmek üzere Fransız Naval Group şirketi ile 2016 yılında bir anlaşma imzalıyor. İki yılı aşkın projelendirme sürecinin ardından Fransızlar 37 milyar Euro olan proje bedelini 60 milyar Euro’nun üzerine çıkarıyor. Teknoloji transferi, yerli sanayi vs. tartışmaları üç yıl sürüyor. Bu süreçte bırakın imalatın başlamasını, tek bir kaynak dahi yapılmıyor. Nitekim 2021 yılında Avustralya’nın hamisi Britanya devreye giriyor ve ihaleyi iptal ettirerek projeyi Amerikalılara veriyor.
Fransa’nın Avrupa kıtası içerisindebirkaç tam bağımsız ülkesinden birisi olarak, Avrupa Birliği’nin liderliğine soyunmak ya da Avrupa’nın ortak savunmasına öncülük etme girişimlerinin sonuçsuz kaldığını da belirtmemiz gerekiyor.
Fransa, Orta Çağ sonrasında sahip olduğu derin birikim ve devlet geleneği ile özellikle 18., 19., ve 20. yüzyıla damgasını vuran ülkelerden birisi oldu. Ekonomik kalkınmasında kolonyalist etkinliğinin önemli bir paya sahip olduğu bir gerçek. Özellikle Kuzey Afrika ve Sahraaltı Afrika’daki çok sayıdaki ülkeyi sömürmek suretiyle kalkınmasını bugüne kadar sürdürdü. Hatta dünyada kolonyalist faaliyetini çok boyutlu olarak sürdürebilen yegane ülke oldu. Halen batı Afrika’daki 12 ülkenin parasını basmak ve ekonomik faaliyetlerini yönetmek ve yönlendirmek suretiyle senede 500 milyar Euro üzerinde gelir elde etmeye devam ediyor. Devşirdiği fakir ve akıllı çocukları tam burslarla Fransa’nın saygın okul ve üniversitelerinde eğitip tam bir Frankafon olarak yetiştirdi. Ardından, kendi ülkesine yüksek bürokrat ya da siyasetçi olarak göndererek bu ülkeler üstündeki etkinliğini ve sömürü sistemini sürdürmeyi bugüne değin başardı.
Fransızlar sömürdükleri Afrika ülkelerinde mevcut pozisyonlarını korumak adına çok sayıda katliamın ve insanlık dışı muamelenin baş aktörü oldular. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Setif ve Guelma katliamlarında on binlerce Cezayirli hayatını kaybederken Cezayir’in bağımsızlığını kazanacağı 1962 yılına kadar ortaya çıkan olaylarda 1,5 milyona yakın insan hayatını kaybetti. Çok değil daha 1994 yılında Ruanda’da Tutsi ve Hutu kabilelerini birbirine karşı kışkırtarak 100 gün gibi bir sürede yaklaşık 900.000 insanın katledilmesinin sebebi oldular.
Her ne kadar Afrika’da burs fonlarıyla okutup yetiştirdikleri bir kuşak halen pozisyonlarını sürdürse de bugün Afrika’da işlerin Fransızların istediği gibi gitmediği çok açık. Çünkü artık Çin, Rusya, Türkiye gibi Afrika’da yeni aktörler etkilerini her geçen gün arttırıyor.
Öte yandan, Fransa’daki ırkçılık aleni bir şekilde yaşanmaya devam ediyor. Bırakın kamu sektörünü, özel sektör şirketlerinde dahi beyaz yakalı bir göçmenin belli bir kariyer seviyesinin üstüne çıkması mümkün değil. Zira göçmenler Paris, Strazburg, Lyon gibi büyük kentlerin çeperlerinde, banliyölerinde düşük profilli işlerde düşük ücretlerle mahkum ettirilerek adeta ötekileştirilmiş bir topluma dönüştürüldü.
İşte yukarıda ayrıntılarını açıkladığımız dört temel nedenle Fransa önümüzdeki on yıllarda bırakın Avrupa’nın lideri olmayı, zaman içinde ağır bir çöküşe doğru gideceğini tahmin etmek güç olmasa gerek.
- Fransa, sahip olduğu sofistike teknoloji birikimini, ticari alanlardaki etkinliğini yeni çağın dinamiklerine uyumlandıramadığından bu pozisyonunu büyük ölçüde kaybedecek.
- Daha önce ortaya koyduğu Avrupa ordusu inisiyatifleri hiçbir şekilde sonuç üretmediği gibi NATO ve ABD’ye savunma anlamında bağlılığı artarak sürecek.
- Nüfusunun yüzde 10’unu oluşturan göçmen oranı, yaşlanan beyaz Fransız nüfusuna karşı giderek oransal olarak artacağından eşitlik, adalet taleplerinin artmasıyla iç kargaşa ve sokak eylemleri bir şekilde tetiklendikçe devam edecek.
- Fransa, Afrika’dan elde ettiği sömürü geliri ve bilhassa CFA adlı Afrika ülkelerinin parasını basmak suretiyle aldığı Senyoraj komisyonu zaman içerisinde ortadan kalkacak. Bu ise, toplam kamu borcunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 102 çıkmış bir ülke için büyük bir ekonomik yıkım anlamına geliyor.
Dolayısıyla çok değil önümüzdeki yıllarda, Fransa’nın özellikle 2030’dan itibaren Avrupa Birliği’nin en sorunlu ülkesi olduğuna şahit olacağız.